Bir kimse başkasına kızıp, kendisine zarar verecek iş yaparsa "papaza kızdı orucunu bozdu" deriz. Söz, tam da Türkiye'nin Avrupa Birliği yolunda karşılaştığı durumu ifade ediyor. Avrupa yolculuğumuzda bütün kilometre taşlarını saymak uzun sürer. Birkaçını işaretleyelim: 1959'da Avrupa ekonomik topluluğuna(AET) üye olmak için müracaat ediyoruz, 1963'te Gümrük Birliği ve tam üyelik için Ankara Antlaşmasını imzalıyoruz, 1995'te Gümrük Birliğine dahil oluyoruz, 1999'da "tam üyeliğe aday" statüsü kazanıyoruz. Bu arada çok sayıda anayasa ve yasa değişikliği gerçekleştiriyoruz, 2002'de "Kopenhag Kriterlerini yerine getirin, başlayalım" diyorlar. Reform çalışmalarına hızla devam edip, sekiz uyum paketi geçiriyoruz, 3 Ekim 2005, "tam üyelik" müzakerelerine başlama kararı alınıyor, 2006'da ilk müzakere dosyası açılıp, kapanıyor, Her yıl İlerleme Raporlarında Türkiye için hep "tam üyelik" ifadesiyle yazılıp, yayınlanıyor.... Ama birilerinin canı sıkılıyor: "Vay anasını, Türkler sahiden geliyor! Bir şeyler uydurmak lâzım" diyor. Ikına sıkına birkaç "ama...", "Şey de olsaydı" lâfları sıkıştırmaya başlıyorlar. Bir ara Yunanistan'ı, sonra Rum Papadopulos'u kullanıyorlar. Dahası Avusturyalı madam Ursula'yı üstümüze salıyorlar. Pişmiş aşa soğuk su katarcasına "Hazmetme kapasitesi diye bir şey var. Sizi hazmedemeyiz" dedirtiyorlar. Birileri ise kendini hiç göstermiyor, hep arkada duruyor... Her yalanın bir vâdesi, her sahteciliğin de bir sonu var. Nihayet baklayı ağzınızdan çıkarıp, "Sınırlarımız tutmuyor, Türkiye Avrupalı değil!" diyor birisi... Bu kıvırtma tutmaz efendim. Oyun devam ederken kural değiştirmeyi kimse yutmaz... Papaz yerine Sarkozy! Artık Yunan, Rum, Avusturya kılıfları örtmüyor. Kabak gibi ortada kaldı biri. Fransa demeye dilim varmıyor. Çünkü Fransızların hepsi monsieur(mösyö) Sarkozy gibi düşünmüyor. Madam Royal seçimi kaybetmeseydi, bugün Elysee Sarayında o oturuyor olacaktı. Türkiye'nin yanındaydı.. Mesele Fransa - Türkiye meselesi değil. Deveciyan destekli Sarkozy kompleksi... Adamın geçmişi hayli karışık. Macar Yahudîlerindenmiş, Selânik bulaşıklığı da varmış... İçişleri bakanıyken, göçmenler politikası sebebiyle, Paris cehenneme dönmüştü. Başkan olunca karısından boşandı... Bir gün Merkel'in yanında, ertesi gün Bush'un ofisinde. Bir bakmışsınız Kaddafi'nin çadırında. Türkiye'yi sınırların ötesinde görüyor. Ama fırsatını bulsa Lübnan'ı hemen Avrupa'ya katmak istiyor. Koşuyor, konuşuyor, gücü, kapasitesi yetmediği halde "bir numara" olmak istiyor... "Bir numara" hırsına kapılanlardan uzak durmak lâzım. Hitler ve Mussolini öyleydi. Yakın zamanda Miloseviç de! Türkiye'ye karşı bütün maharetini 2008'in ikinci yarısında AB dönem başkanlığını devraldığında gösterecek. Sabırlı ve uzun soluklu olmalıyız. AB'yi kimsenin kara kaşı, elâ gözü için değil, halkımıza yüksek insanî standartlar kazandırmak için istiyoruz. İster AB, isterse Ankara standartları adıyla olsun "kaybettiğimiz malımızı" mutlaka istiyoruz... Taşkınlığa, Sarkozy'ye kızıp orucumuzu bozmaya gerek yok. Bizim de kullanacak kartlarımız var. Ermeni inkar yasası geçince Fransız işadamları kendilerine maliyetini hesaplamışlar. Bizim hızlı tren ve askeri ihalelere onları sokmamamızın faturası 12 milyar Euro olmuş. Sırada nükleer santral ve başka ihaleler var... AB müzakerelerinin çok mihnetli, can sıkıcı, uzun ince bir yol olduğunu baştan kabullenmiştik. Hiç tavsatmadan, gevşetmeden yola devam etmeliyiz.