Psikologlar ve insan davranışlarını yorumlayan uzmanlar fikirlerime katılmayabilirler. Bendeniz örtü altında tutulan, tam kavrayamadığım olaylar hakkında kanaat edinmek ve açık olmayan ketum insanların gerçek karakterleri hakkında bir yargıya varmak için, kendimce "kritik" saydığım anların gelmesini beklerim. Olayı ve kahramanlarını bu süreçte incelemeye alırım. Özellikle de insanların reflekslerine bakarım. Biliyorsunuz insanlar zaaf ve zayıflıklarını değil, güçlü ve üstün yanlarını gösterme, öylece tanıtma eğilimindedir. Bunu sağlayacak tedbirleri alır, düşünür, eylem ve söylemlerini ayarlarlar. Ama öyle kritik zamanlar olur ki ayarlayamadan, refleksle yaparlar. İşte bu refleksler insanın kendini saklamaya, örtmeye, başka türlü sunmaya fırsat bulamadan çıkarıverdiği otantik fotoğraflarıdır. Karakterleri bu has fotoğraflarda aramalıdır. Meselâ ânîden bir menfaat kavşağında karşılaştığında kimin nasıl hareket ettiğine dikkat etmek çok öğreticidir. İkbal kapmak ve hak ettiğinden fazlasını koparmak için ince yalakalık da, gözünü budaktan esirgemeyen kahramanlık da öyle. Bu tespiti insanlar için olduğu gibi, canlı varlıklar kabul edeceğimiz kurumlar, şirketler, devletler için de kullanabiliriz. Yani kurumların, devletlerin de refleksleri vardır. Bu refleksleri ile gerçek kimlikleri anlaşılır. Devlet adamlığı tarihin kırılma noktalarında, büyük yöneticilik kriz anlarında, hayâ da ak baldırı görünce belli oluyor. Onun için atalarımız "Âyinesi (aynası) iştir kişinin, lâfa bakılmaz" demişler. Bir dönüşüm noktasındayız Cumhuriyet tarihimizin bir dönüşüm noktasında olduğunu görüyoruz. 2004 yılı gökkuşağının tepe noktasını işaret ediyor. Bir üst yörüngeye sıçrayamaz isek, düşüş kaçınılmazdır. Muasır medeniyete kement atmak bir başka bahara kalacaktır. Kıbrıs ve AB kritik kavşağında kurumlarımızın, devlet adamlarımızın, politikacılarımızın, rütbeli rütbesiz kişilerimizin, sivil toplum örgütlerimizin, sendikalarımızın, bilim adamlarımızın, medyamızın, yazarlarımızın velhâsıl hepimizin refleksleri bir şeyler söylüyor. Aslını haber veriyor! Küreyi omzuna alıp güneşe taşımak isteyenlerle, yamaçtan aşağı sislere yuvarlayıvermek isteyenler tepede buluştular. Sözlere, gözlere, el atmalara, ayak oyunlarına dikkatle ve ibretle bakınız. Bir de şu gözyaşıyla ekranlarda, meydanlarda ağlayanlara... Ve gözyaşları! Bendeniz gözyaşı deyince 1960'lı yıllarda yaşanmış iki örnek hatırlıyorum. Biri Mısırlı Cemal Abdünnâsır'ın, diğeri de Hintli Shastri'nin. Abdünnâsır, ülkesini altı günde İsrail'e yem ettikten sonra, devlet başkanlığından çekileceğine, gözyaşlarıyla nutuk atmış ve ölünceye kadar Mısır'ın tek adamı olarak kalmayı başarmıştı... Lal Bahadur Shastri ise, kıtlık yıllarında iki öğün yiyemeyen Hint halkının hâline yanıp, günde bir öğün yemeye karar vermiş başbakandı. Şimdi Papadopulos ekranlarda, Denktaş meydanlarda ağlıyor. Ne dersiniz? Bunlar gerçekten halkı için ağlayan Shastri'ye mi, koltuğundan ayrılamayan Abdünnâsır'a mı benziyor? Yoksa "timsahın gözyaşları" deyip çıkacak mısınız?