Devletin iktisadî hayattan çekilmesi hakkında tartışmalar duruldu. Dünya hür teşebbüsün daha esnek ve rekabetçi olduğu fikrinde birleşti. Ama köhnemiş devletçi zihniyet ülkemizde hâlâ direniyor. Türkiye elli yıldır şirketleşmeye çalışıyor. Hâlen 210 bin KOBİ'miz ve 1000 büyük şirketimiz var. AB'de ise 18 milyon KOBİ, 100 bin büyük şirket faaliyet gösteriyor. Şirketlerimiz çeyrek asırdır rekabete alışıyor. 80'li yıllarda dış ticaret hacmimiz beş milyar dolar idi. 2004 rakamı 150 milyar dolar! İş adamlarımız yakaladıkları bu dinamizmi korumakla kalmamalı. Hem günün gereklerini yapmalı, hem de geleceğin meydan okumalarına hazırlanmalı. Şirketlerimiz henüz kurucu babaların, birinci neslin elinde yürüyor. Yakın zamanda ikinci ve üçüncü nesil basamaklarına çıkma zahmetleri yaşanacak. Batı tecrübesi yüz şirketten ancak on beşinin ikinci nesle, beş tanesinin üçüncü nesle ulaşabildiğini gösteriyor. Yani geçiş zahmetli iş. Geçmiş üzerinde hiçbir tasarrufumuz olamaz. Oysa geleceğin bir kısmı irademize bağlı. İrademiz dışında olacaklara da hazırlıklı bulunmalı. Yani bilinmeyen gelecek bir şekillendirme ve fırsat alanı. Ama bilene ve yapabilene. Batılı şirketler bugünlerde düşünce kuruluşlarıyla çalışıp, harıl harıl yarınlara hazırlanıyorlar. Hangi mevzuda ne yapılıyor, nerede nasıl yapılıyor, bunlar gelecekte benim için ne anlama gelir? Diye soruyorlar. Dünya ahvaline bakıp henüz uç veren gelişme ve kıpırtıları tespit ediyorlar. Gelecek için önemli sonuçlar doğuracak jeopolitik, iktisadî, siyasî, çevresel, kültürel, teknolojik temayülleri odağa alıp, yorumluyorlar. Meselâ; hammadde tükenmeye yüz tuttuğunda, bir enerji darboğazı oluştuğunda, teknoloji şimdiki donanımı eskimiş konuma düşürdüğünde, bir savaş çıktığında ya da alışılmış talebi yörüngesinden saptıracak bir şok dalgası patladığında... ne yapacaklar? Küresel ekonomi büyüdüğünde veya küçüldüğünde nasıl hareket edecekler? İradeleri dışında cereyan edebilecek böylesi senaryolar üzerinde çalışıyorlar. Âcil olmadan davranmak Bununla kalmıyorlar on, yirmi yıl sonraki kavşakları öngörüp, kendi iradeleriyle örmeye çalışıyorlar. Dağcının tırmanması gibi, önce çentiğe kement atıp, tuttukları geleceğe asılarak yükseliyorlar. Eğitimsiz ve sağlıksız kimseleri dağ tepesine taşımıyorlar. "Hele o gün gelsin, bakarız" gevşekliğiyle yan gelip yatmıyorlar. Kadroyu genç yeteneklerden seçip özel eğitimle yetiştiriyorlar. Bizler yumurta kapıya gelip âcil baskısı olmadan, adrenalin damarlarımıza vurmadan pek harekete geçmeyiz. Oysa Talleyrand'ın dediği gibi, bir iş âcil hâle gelmişse, yapma vakti çoktan geçmiştir! Tsunami bir gün gelecek. Şezlongdakiler gözlerini ovuşturarak uyanacaklar ve ne olduğunu anlamaya çalışacaklar. Eğer anlarlarsa sonra ne yapacaklarını düşünmeye başlayacaklar. Lâkin vakit çoktan geçmiş olacak. Geleceğe kement atmış olanlar ise, telâş etmeden, bilenmiş kadrolarını yeni zirvelere sürecekler.