Son günlerde başörtü tartışmaları çerçevesinde tırmandırılan rejim krizine bakınca bir cinnet mi geçiriyoruz? sorusu hatıra geliyor. Tartışma halk tabanında değil de birkaç kurum katında olduğuna göre, halkın gündeminden kopuk, başka bir dünyada yaşayan kurumları sorgulamak ve neden böyle davrandıklarını gün ışığına çıkarmak gerekiyor. Göstermelik bir demokrasiden gerçek bir demokrasiye geçebilmek için bu tartışmayı yapmalıyız. Mademki ocak ısındı, demir tavına geldi, artık dövülmeli... Sorgulama kültürü olmayan toplumların gelişmediği, bünyesine sinmiş illetleri, yolsuzlukları, tembellikleri atamadığı, yeteneklerini değerlendiremediği, kurumlarını yararlı hâle getiremediği örnekleriyle biliniyor. Sorma/sorgulama kültürümüz olmadığı için biz Türkler asırlarımızı kaybettik. Devlet-i Âlî'de bazı şeylerin iyi gitmediğini Osmanlı ceddimiz neden yüz yıl sonra fark etti? Tedbir almak için neden bir asır daha geçti? Harekete geçtiğinde bile neden asla değil de zevâhire yöneldi? Onlar vaktinde sorgulayıp doğru tedbirleri almadılar. Koca cihan devletini tarihe gömdüler. Kendilerini yanılmaz ve yenilmez zanneden nice kurumlar ilk hastalık belirtilerinde kendilerini sorgulamadılar, zaaf sinyalleri sökün etmişken harekete geçmediler ve battılar. Kendilerine de, topluma da ettiler... Günümüze gelelim: Türkiye 80 yıldır lâiklik meselesini çözemiyor. Lâiklik neden "devletin dinlere karışmaması, inaçlara aynı mesafede durması" olarak değil de "dinin devletçe kontrol edilmesi ve toplumun dinden soğutulması" şeklinde anlaşılıyor? 132 yıl önce demokrasiye adım attığımız hâlde, neden her gün demokrasiden sözetmek zorunda kalıyoruz? Demokrasilerin ideolojisi olmadığı hâlde, neden ikide bir "resmî ideolojiden sapma" paranoyaları yaşıyoruz? 85 yıldır cumhûriyetle yönetiliyoruz da "devlet" dediğimiz kurumlar, vergisiyle geçindiği, himayesinde yaşadığı vatandaşıyla neden kucaklaşamıyor? Meclisin duvarlarında "hakimiyet kayıtsız ve şartsız milletindir" yazmasına rağmen o kurumlar halkın iradesini niçin yok sayıyor? İktidarları muktedir kılmamak için elinden geleni ardına koymuyor? Yargı kurumlarımız, barolarımız "baş örtüsü serbest olursa rejim sarsılır, devlet bölünür" diyorlar. Belki kendileri inanıyorlardır. Ama halkının yüzde 95'i Müslüman olan ve kadınlarının yüzde 70'i başını örten Türk halkı bu iddiaya inanmıyor. Hiçbir araştırma da onları doğrulamıyor. Onlar nasıl oluyor da bu kadar tersine gidebiliyorlar? Velinimeti olan halkın refahına, güvenliğine, özgürlüğüne katkı yapması gereken kurumların, toplumuyla böylesine ters tutum içine girmesi anlaşılır şey değil. Sanki araba önde, atlar ardına bağlanmış... Cinnet hâli dediğimiz şey işte bu! Her kafadan bir ses. Sağlıkta olsunlar Kenan Evren de geri durmamış ''Kadınların saçlarının görünmesi günah olacaksa Allah onları saçsız yaratırdı. Hem türbanı İran lideri Humeyni Türkiye'ye soktu" demiş! Neresinden nasıl düzeltesiniz bu vecizeyi? Vaktiyle Demirel de "baş örtüsü takacaklar Suûdî Arabistan'a gitsinler" buyurmuştu! Allah kimseleri böyle şaşırtıp son deminde âleme rezil rüsva etmesin... 21. asırda Demokrasinin küresel yükselişine şahit oluyoruz. Türkiye'de ise "resmi teorinin" şemsiyesi altında bir demokrasi sergileniyor. Öyle olduğu için birçok kurum, kavram, ilke ve kural muğlaklık içinde. Hak, hukuk, devlet, rejim, lâiklik, adalet, cumhuriyet, demokrasi, sosyal adalet kavramlarının her biriyle ciddi kafa karışıklığımız var. Onlara çoğu kere batı demokrasilerindeki anlamlarından farklı anlamlar giydiriyoruz. Bu zihin dağınıklığı içinde anti-demokratik söylemlerin âdeta birer demokratik söylem gibi savunulduğunu görüyoruz. Yüz yıldır demokrasinin büluğ çağını aşamadık. Artık devlet sisteminde atları arabanın önüne koşma zamanıdır. Neden? Ne hakla? Nasıl? diye sorma zamanıdır...