Ne CHP başkan ve sözcülerinin tahrik dolu sözlerine, ne birkaç bürokratın demeçlerine, ne de geçmişin özlemiyle yanan kimi "emekli ve onursal" zevâtın hezeyanlarına kapılıp halkımız meyûs olmamalı. Hele çıkarını rejim kavgasına dönüştürme gayretindeki iri medya köşelerine hiç takılıp kalmamalı. Onlar çağı okumaktan da, milleti anlamaktan da çok uzaktalar. Onlar, kafaları birbirlerinin kuyruk sokumunda, öndeki nereye giderse, ardındaki oraya giden tırtıllar gibiler. Ellemeyin gitsinler, bırakın etsinler... Tırtıl sürüsünün önünde iki ihtimal var: Ya kozalarını örüp bir iç muhasebe ile dönüşüm geçirecekler, kelebek olup uçacaklar. Ya da koza bile öremeden kuşa karıncaya yem olacaklar. Temennimiz kelebek olup kendi renkleriyle aramızda uçmaları. Halkımızın uzayında her renge, her ritme yetecek kadar genişlik var. Tercih onların, zorlamak yok... Her gün yüzlerce söz dalaşı dikkatlerimizi bir uçtan diğer uca savursa da, bu dağdağanın içinde seyreden bir ana trend var. O bize umut veriyor. Eğer dikkatlice bakarsak trendin işaret ettiği ana ayrışmayı ve toplumsal yönelişi fark ederiz. Geçen asra bu gözle bakalım: 1914-50 yılları tüm dünyada içe kapanmacılığın revaçta olduğu dönemdi. Osmanlı devleti bu dönemde yıkıldı ve yerine o vaktin modası olan ulus-devlet inşa edildi. O dönemi şimdiki demokrasi ve insan hakları kavramlarıyla yorumlamak mümkün değil. O dönemde, birkaçı hariç, tüm devletlerde tek parti sultaları, diktatörlükler ve toplumları hamur edip tek kalıba döken totaliter yönetimler vardı. 1950-90 soğuk savaş ortamında ülkeler âdeta bir tahterevalli oynadılar. İnsanlık demokrasi ya da totalitarizm kutuplarından birini seçmek zorundaydı. Öyle de oldu. Ama sonunda "küfür devam etse de zulüm pâyidâr olmaz" sözü bir daha doğrulandı. 70 yıl Sovyet zulmü altında ezilen toplumlar uyanıp demir perdeleri yıktılar. Lenin, Stalin, Çavuşesku, Jivkov ve emsali nice diktatörlerin heykellerini indirdiler, tüm simgelerini yerle bir ettiler. Özgürlükten yana öyle cesur tercih yaptılar ki; kolektivist düzenden piyasa ekonomisine, tek parti ve nomenklatura(devlet kalantorları) düzeninden çoğulcu demokrasiye birkaç yıl gibi çok kısa bir zamanda sıçrayıp yükseldiler... Biz onlardan kırk yıl önce çok partili hayata başlamış olsak da, partilerimizi yaşatmayı, demokrasiyi hakim kılmayı başaramadık. Yarım asrımızı Anadolu halkıyla, yerli nomenklatura arasında sürüp giden iktidar mücadelesinde heba ettik. Ne sosyal ne de iktisadî, ticarî açıdan dışarıya tam yönelemedik. Doğrulmaya başladığımız vakitlerde ise, tek parti özlemli darbelerle iki büklüm olduk, tekrar devletin güdümüne sokulduk. 2000'li yıllardan bugüne demokrasiyi kökleştirme mücadelesi veriyoruz. Demokrasimiz Nisan-Temmuz arasında son bir kere daha boğulmanın eşiğine getirildi. Ama halkımız 22 Temmuzda geri dönüşü olmayan o tarihî sıçramayı yaptı. Demokrasiyi vazgeçilemez ve engellenemez yönetim tarzı olarak kabullendiğini âleme ispat etti. Tasalanmaya, umutsuzluğa gerek yok. Daha alınacak yolumuz olsa da, artık hiç kimse, hiçbir kurum halka rağmen bir rejim dayatılamayacağını anlamış olmalı. Halkımız uyandı, özgürlüklerin bilincine vardı. Bundan sonraki beklentimiz devletin de köklü bir dönüşüm geçirmesi, "zorba devletten hukukun üstünlüğüne" evrilmesi... Halkın yüzde doksanının, meclisin yüzde sekseninin yanlış düşündüğünü iddia eden bizim nomenklatura da hatasını bir gün anlayacak. Anlamazlar veya anlayamazlar ise kozasından çıkamayan tırtılların âkıbetine uğrayacak!