İnsan kendini bütün maddi menfaatlerden ve bağlılıklardan soyutlayabildiği anlarda... "Akl-ı selim"in ilk dalgaları vurmaya başlıyor ve biraz da "bencilce" görünen bir endişe ile "Ne olacak benim halim?" sorusuna takılıyor. En anlamlı ve işe yarar soru budur: "Ne olacak benim hâlim?" Bu sorunun bu dünya ile sınırlı cevapları "huzur" vermiyor. Öyle bir cevap ve açıklama lazım ki, sonsuzluğu kuşatabilsin. *** Ölümden sonrasını, yani sonsuzluğu ve bu sonsuzluk içinde akıbetini soran ve arayan insan, öfke ve akıl tutulmalarından kurtulur: Bu kesin... Peki koca koca adamların, kariyer sahiplerinin, uzmanların, haşmetli devletlilerin öfkelenmeleri ve kimi zaman ağızlarından köpükler saçılırcasına nefret ve hırs krizlerine girmesinin anlamı ne olabilir? Yavuz Sultan Selim'i hayal ediyorum çölün ortasında, atından inmiş yürürken, arkasında arzın en kudretli ordusuyla... Veya Fatih Sultan Mehmed'i, İstanbul surlarını bakışlarıyla sallarken... Yavuz ki, adında "celal" taşıyor. Sultan Mehmed ki, çağı değiştirmeye azimli... İki büyük sultan... Ama iki büyük şair... Sonsuzluk sorusunun cevabına destan yazmışlar; kudretleri sükûnet denizinde güzelleşirken. Kimi kimle kıyaslamalı; çetin bir iş. Fakat kabirlerinde birer Fatiha ile düşünürken, kiminle yüz yüze olduğunu, kimin nerede hangi âlemde seyrettiğini hissediyor insan. Gidin deneyin, sizin sorularınıza da cevap çıkar... Gidin deneyin; Yavuz'a, Fatih'e, Özal'a... Necip Fazıl'a... Yüreğinizin çektiği ve çekmediği kim varsa bu dünyadan göçüp gitmiş adı haşmetli... Gidin deneyin. Orada da aklınıza "Ne olacak benim hâlim?" sorusu geliyorsa... Kalbinizdeki renklere bakın; o kabrin ruhaniyetinden saçılan... *** İnsan kendini bütün maddi menfaatlerden ve bağlılıklardan soyutlayabildiği anlarda... "Akl-ı selim"in ilk dalgaları vurmaya başlıyor... Bu fırsatı ömrünce yakalayamayanlar var... Onlardan ve onlardan olmaktan Allah korusun.