İstanbul, tarihinin en karanlık günlerini yaşıyordu. Aşkın, sanatın, medeniyetin beşiği olan bu kutlu şehir, şimdi bir ihanete şahitlik ediyor ve kendisini İslam'la şereflendiren Fatih'in torunlarının gözyaşlarına eşlik ediyordu... Sultan Vahideddin öyle heybetli bir görüntüye sahip değildi... Şimdiyse hepten çökmüştü. Ayakta zor duruyordu... Ne yapabilirdi ki... Saltanat kaldırılmıştı ve o artık akıbeti belirsiz sıradan bir insandı... Kendisinin ve ailesinin hayatı tehlikedeydi... "Vatan Haini" olarak iftira ediliyor, duvarlara aleyhinde yazılar yazdırılıyordu. Milli mücadeleyi o başlatmıştı hâlbuki... Sevr Anlaşmasına karşı çıkmış, Mondros'u imzalayan heyeti huzuruna bile kabul etmemişti. Zaten Sultanlığı görüntüden ibaret kalmıştı... Muktedir olamamıştı... Gerçek iktidar, şimdi kendisine hakaret edenlerde olmuştu hep... Kendi vatanından, istilacıların eliyle hicret etmek zorunda oluşu içini kanatıyordu. Şahsına ve ailesine ait bütün kıymetli eşyaları ve mücevherleri hazinedara bıraktı... Kaçış planına teslim oldu... İngiliz işgal kuvvetleri başkumandanı, kaçış planını "yalnız hareketi yönetecek subaylar biliyordu" diyor ama Refet Paşa, İngilizlerin hazırlıklarından haberdardı! Ankara hükümetince tayin ettirilen padişah yaverlerinden genç bir bahriyeli, Refet Paşa'ya: "-Padişahı, İngilizler yarın sabah kaçırıyorlar" diye ağlamaklı bir sesle bildirdiğinde, Refet Paşa manidar bir cevap veriyor. "- Budala, ne üzülüyor, ne ağlıyorsun! Padişahı İngilizler kaçırırsa, Türk milleti hiç bir gün Vahdettin'in bu hareketini affetmeyecektir. Biz tutar ve yakalarsak, bu sefer, millet bizi affetmeyecektir. Bırak gitsin, Vahdettin işimizi kolaylaştırıyor!" Refet Paşa'nın Padişahın yurt dışına çıkarılmasından sonra, İngiliz işgal kuvvetleri başkumandanı Harrington'un "Haber vermeden Hünkâr'ı kaçırmış olduğumuz için size karşı mahcubum" sözüne verdiği cevap da unutulmamalıdır: "-Bizi bir yükten kurtarmış olduğunuz için ben de size teşekkür edecektim." Yük ha! O Vahideddin'in dedeleri bir milleti sırtında taşıyıp Söğüt'e gelmişler ve bu coğrafyayı o millete vatan yapmışlar... Fakat şimdi bu üç buçuk baldırı çıplak, milletin sultanına "yük" diyor... Vahideddin Han, acı ve sıkıntı içinde geçen bir sürgün hayatından sonra, 16 Mayıs 1926?da İtalya'da vefat etti. Cenazesi Şam'a getirilerek Sultan Selim Camii kabristanına defnedildi. Sultan Vahdettin öldüğü zaman İtalyan bakkallarına 150 bin liret borcu vardı. Tabutuna haciz kararı geldi. Abdülhakim Arvasi Hazretleri 1940'larda buyurmuş ki: "Biz Sultan Aziz'in ahını çekiyoruz. Sultan Hamid'in ahına daha sıra gelmedi. Biz bu hanedana yapılan zulme kayıtsız kaldık..."