Açık ve yüksekçe bir yere çıkın... Sakin bir tepe, sessiz bir çay bahçesi veya yolun bittiği ve şehre yukarıdan, uzaktan bakabileceğiniz bir köşe... Öncelikle iyi hissettirir. Ve daha iyi düşünür insan... ..... Şimdi kapayın gözlerinizi! Düşünün... Yapayalnız düşünün. Düşüncelerin ağırlığını ve huzuru veya huzursuzluğu ne kadar sürdürebilirsiniz? Orada öylece yapayalnızlığa mahkûm olduğunuzu farzedin. ..... Hemen bir kaçma isteği doğacak belki ama... Bu bir oyun... İnat edip durun orada. Bakalım sizsiz dünya ne yapacak? Ne hale gelecek! Ve siz, dünyasız ne yapacaksınız? ..... Ve sorular... Diyelim ki günler geçti; hatta haftalar... İlk kimi özlersiniz. Sizi ilk kim özler? Kime tiryakisiniz amansız ve kim size tiryaki? ..... Sırayla listeleyin. Sizi ilk arayacaklar ve yokluğunuzda telaşlanacak olanlar? Ve hangi sebeple. Kara kaşınız, kara gözünüz için mi? Yüreğinizin sıcaklığı için mi? Veya cebinizin? ..... Ya sizin ilk özleyecekleriniz ya da yanına koşacaklarınız? Hangi sebeple? Nesine tiryakilik? ..... Kendimize ait zannettiğimiz ve halbuki zamanın, mekanın, çevremizin üstümüze yapıştırdığı ve kabullendiğimiz ağırlıklar, hayata baktığımız pencerenin şeffaflığını bozan lekelerdir. Göremeyiz. Orada... Açık ve yüksek bir yer bulmak ve durup düşünmek, hep aynı manzarayı gösteren pencereden kurtulmak içindir. Olmadığımız zaman, bizden geriye kalanı anlamak için... ..... Bazen... Açık ve yüksek bir yere çıkın. Ama kendinizi götürmeyin yanınızda... Bakın bakalım, gerçekte ne var, ne yok?