Bir at hırsızı, oğluna hayıflanıyormuş: "Şu beyaz atın üstündeki adam var ya... Onun tam 40 atını çaldım... Ama o hâlâ atın üstünde ben yayayım..." *** Bu hadisenin yaşandığı zamanlarda değiliz maalesef... Hırsızın böyle mert olanına artık şahit olamıyoruz. Çünkü zamane hırsızları, aynı adamdan 40 at çalmasına rağmen, bindiği beyaz at için de feryat ederek, "Hırsız var. Benim beyaz atımı çalmış..." diye bağırıyor... Veya yaptığı işin adını koyamıyor; "Ben hırsızım. At hırsızıyım... Çalmaya doyamıyorum..." diyemiyor... Çaldıklarını kendine "hak" görüyor... Ve bu menkıbeyi dinleyince de, "Yaaa... Ne kadar ibretli bir hikâye..." deyip kendini işlediği pislikten âzade tutuyor... *** Neyse... Sinik, tırsık, hedefsiz ve başını kuma gömmüş bir ülke olmaktan kurtulup, hakkımızı hukukumuzu aradığımız ve hatta başka masumların hak ve hukuku için aslımıza dönerek efelendiğimiz günleri yaşıyoruz. Hükümetin bu onurlu tavrı sonu ne olursa olsun bize kimliğimizi hatırlatmış, şahsiyetimizi geri kazandırmıştır. Diğer taraftan devleti alenen soyanların önüne geçmiştir Ama şimdi de, makamların, görevlerin, pozisyonların, akrabalıkların, hemşehriliklerin "ekstra kazançlar" için "alet" edilmesini de önleyecek bir "ahlâkı", önce devletimize, sonra kurumlarımıza ve topyekûn topluma kazandırmalıdır. Bu "ekstra kazançlar"ın "hırsız"lık ve "gasp" olduğunu, buna tevessül edenlerin de "hırsız" ve "şerefsiz" olduğunu toplum kabul etmeli ve tepki göstermeli ki, önü alınabilsin... *** On lira maaş alıp yüz liralık hayat yaşıyorsa bir adam ve buna kimse ses çıkarmıyorsa, bunun adı "sabır", "hoşgörü" değil ancak "teşvik"tir... O zaman at hırsızlarına kızamayız... Yanlarına yanaşıp lüks otomobillerinin arka kapılarını hürmetle açmaya devam ederiz...