Bir büyüğüm demişti ki; "İnsan eğer samimi ise, sözü de tesirli olur. Yaşadığını ve inandığını söylüyorsa eğer..." Mahallenin cami imamından örnek vermişti: "Cuma hutbesinde, ölüm var diyor, insan titriyor. Ölümü hatırlatıyor... Dünya geçici diyor, tesir ediyor. Üç beş çok bilinen cümleyle dünyadan koparıyor, ahireti düşünmeye sevk ediyor... Adam yüreğinden konuşuyor... Yani, hutbe bitsin de işimize dönelim düşüncesi uğramıyor o konuşurken insanın beynine... " *** Çok önemli ve çok güzel bir ölçü... Sözün tesir etmesi... *** Belki "meslek hastalığı" diyebiliriz bir çeşit... Mesleği hayatın önüne koymak... İnsani değerlerin... Ahlaki ölçülerin... Erdemlerin... Hâlbuki hangi meslek olursa olsun, o mesleği değerli kılan "insan"a verdiği ve kattığı değerdir. Siz, mesleğini seven bir doktora mı teslim edersiniz kendini, insanı seven bir doktora mı? *** Evrensel değerler, mesleki değerlerin önünde yer almalı... Her zaman... *** Şimdi siyasetin yangın yerine döndüğü bir zamanda, memleket aşkıyla kavrulan civanmertler görüyoruz kürsülerde... Atışmalar, sataşmalar, iddialar, polemikler... Ama... Laf cambazlığı değil de... Samimiyet belirleyici oluyor... Ne kadar düzgün cümlelerle ve ne kadar mantık mimarisi içinde konuşurlarsa konuşsunlar, "meslek hastası" siyasetçiler bana güven vermiyor... Bir insan neden "siyaset" yapar? Bu soru her dem tazedir ve cevaplanmalıdır? *** Ve sadece sahibini kıyamete kadar takip edecek o savrulan cümleler değil... İnsanın yüzü de ele veriyor kendini... ??? Ben öyle yapıyorum... Yüzüne bakıyorum... Dinliyorum bir yandan... Vicdanım "Bu adamın derdi memleket gerçekten... Memleket ve insanlar" derse eğer... Varsın kırk yıllık siyaset erbabı olmasın... Hatta illa ki olmasın... Bu kadar problemli memlekete... Bu kadar dertli millete... Profesyonel siyasetçi değil, yüreği yanan adam lazım...