Dünya piyasalarında giderek artan çalkantının bir "borç-kredi krizi"ne doğru büyüyebileceği konuşuluyor. Kredi piyasalarındaki problemin özü aslında bir kaldıraç sorunudur. Kaldıraç (leverage), işi finansman olanların hep kullandıkları bir yöntemdir. Eldeki varlığı teminat olarak gösterip borç aldığınızda kaldıraç kullanmış olursunuz. Normalde şirketler, sahip oldukları likit veya sabit varlıklar karşılığında kredi kullanırlar. Varlığın değerindeki artış veya azalışlar da kaldıraç riskini belirler. Reel ekonomide ölçülebilir ve taşınabilir bir risk olan kaldıraç riski, bugünün karmaşık finansal sistemlerinde öngörülemez boyutlara çıkabiliyor. Son yıllarda giderek yaygınlaşan yatırım fonlarını yönetenler, yatırım araçlarının finansal mimarisini çok karmaşık hale getirdiler. Fonlar ellerindeki varlıkları kullanarak yüksek borçlanmalara girdiler. Özellikle türev piyasalarda bir birim varlığa karşılık bir kaç birim borçlanma ile pozisyonlar açıldı. Likiditeyi bollaştıran bu mekanizma, borcun teminatı olan varlıkların değerlerinde bir gerileme olduğunda ise tersine çalışıp keskin bir daralmaya dönüşebiliyor. Değer Son 10 yılda finansal piyasalara yön veren finansal inovasyon döneminin ana fikri, kaldıraç sistemlerini kullanarak borçlanmak ve kaynak üretmek. Karmaşık matematik modellerle çalışan türev piyasaların sağladığı imkanlarla bu "kaydi kaynaklara" kavuşan profesyoneller, katma değer üretmeden oluşan getirilerin cazibesiyle, risk algılarını minimize ettiler. Kaynak bolluğu, risklerin doğru fiyatlanmasını engelledi. Sistemin bir tarafında doğru fiyatlanmamış riskler içeren varlıklar, diğer tarafında ise bu varlıkları teminat göstererek sağlanan borçlar vardı. Varlık tarafındaki risklerden bazıları gerçekleşmeye başlayınca, "kaldıraçlanmış" borçların geri dönüşüyle ilgili ciddi tereddütler ortaya çıktı. Özetle,bir kaç haftadır süregelen ve biraz daha derinleşeceği tahmin edilen "kredi krizi"ni tetikleyen, kaldıraçların riskleri kaldıramayacak hale gelmesi oldu.