İşin kolayını seçme üstadıyız... Vicdan sahibi olmaktansa, vicdansız bir kimliğe bürünerek, bazen insan kılığından çıkıyoruz... Yoldaki çakıl taşlarına tekme atar gibi, bazı değerleri çiğnemek için, ayağımızın pozisyonunu, sanki kafesten kaçmış aç bir aslanın, önüne gelen ilk canlıya acımasızca saldırma duygusu ile eşdeğer bir pozisyona getirip canavarlaşırız ya... İşte o an, insani duyguların iflas ettiği, çirkin, çekilmez, gaddar ve beynimizin sadece "kötülük noktasına" odaklandığı andır... O zaman, dost eli uzatılmayacak, aksine nefreti, kinle karıştırıp içecek kadar çılgın biri oluruz... *** Statları arena, tribünleri de, o arenada birbirini yiyen gladyatörlerin acımasızca doğramalarına neşe içinde kahkaha atan insanların doluştuğu bir mekan gibi gördüğümüz şu günlerde, Roma'nın o çılgın eğlencelerini bile geride bıraktık... Hakemi pataklamak için, polis kalkanlarını, hiçe sayıp, maçta yükselemediği kadar havalarda uçuşarak, gol tatminsizliğini yumruk atarak gidermeye çalışanlar mı ararsınız? Belindeki silahını, gösteriş sevdası ile, pasını silmek, birilerinin ağzının içine sokmak için, kimseleri takmadan eline alanlar mı istersiniz? Soyunma odalarının kapılarını, sanki bir mevtanın cenazesine omuz atarcasına destek verip, güçlülük gösterisi yapanları mı? Yoksa, hırsını maçta alamayıp, eli belinde dolaşırken taraftarından tepki alan futbolcunun, 90 dakikanın bitimi ile, rakip futbolcuların üzerine bir 100 metreci edasıyla koşmasını mı ararsınız? Bütün bu çirkin tabloların ressamları, hep içimizde, hep ummadık anda karşımıza çıkan bizden birileridir işte... *** Bu Türkiye'de, sanki bir yeni yıl akşamına "hindi kızartmasının" reklamını yaparcasına, o hayvancağızı statta kesip, tüylerini yolanlar "binmeli, inmeli" marifetleriyle taraftarını mutlu ettiğini sanır... Ama o "hindici" delikanlı, tarihi rekabetteki iki büyük rakibinin milyonlarca sempatizanını da, aynı anda kızarttığının farkında değildir... Gözü dönmüşlüğün bedelini bir "özür" alışkanlığı içinde kaybettirip, yaptığının yanına kâr kaldığını sanır... Profesyonelliği meslek edinenlerin, bu şerefli mesleği önce kaldırabilmesi ve yapısının buna müsait olması gerekir... Arkasında olduğuna inandığı "fanatik güçlerin" esiri olan meslek erbapları, asla profesyonellikle kol kola giremez... Arkadaşlarına, doğup büyüdüğü il sınırları çevresine girildiğinde "ıslama köfte" ziyafeti çekerken, duygusallığı ile övgü alan birisinin, et kızartma iştahı, saha içinde yerini, çılgın davranışlardan arındıramazsa, o profesyonel kişinin, gelecek günlerindeki kariyeri "yıldız futbolculuktan" yana değil, sadece "amigoluk" üzerine olur... *** İnönü Stadı'ndaki son haftalarda azalan "asma-kesme" edebiyatının mutluluğu ile rahatlarken, Ali Sami Yen'deki "bardak ve çakmak yağmuru" ile yeni bir aşağılamanın gündeme oturmasının, İstanbul dışına, şiddet olarak yansıması gerçekten çok üzücü... Okul önlerinde öğrenci cinayetlerinin, evin içinde bile tinerci dehşetlerinin, sokaklarda provokatör cinnetlerinin bolluğunda, hiç olmazsa spor arenalarında bari, düzgün olabilsek... Hayatın hep vurdulu kırdılı senaryoları içinde seyrettiğimiz dizilerinin etkinliğinden kurtulup, baharın geldiğini müjdeleyen leyleklerin göçünü, meyva ağaçlarının, beyaz- pembe çiçeklerini, kuşların çiftleşme çığlıklarının neşeliğini neden görmemezliğe gelip, mutsuzluklara yelken açarız ki? Dünyanın bile hayranlıkla konuştuğu "Çanakkale Zaferi"ndeki çılgınlığımızı, mutluluk naralarıyla bütünleştirip, halimize şükretmemiz gerekirken, biz kolay, basit, çirkin ve vahşi duyguların esiri oluruz... Anlayabilmek mümkün değil... Hadi insan kıymeti bilmiyoruz, bari şu cennet vatanı, kirletmemek için, söylemek istediklerini kendileri beceremeyen, yapmak istediklerini, kendileri hayata geçiremeyen insanların uşağı olmayalım...