Bazı muvazzaf ve emekli askerlerin bugün yargıya taşınan ve dava konusu olan eylem ve işlemlerinin başlangıç noktası Ağustos 2002'deki YAŞ kararlarının sonucudur. Hatırlayın o tarihlerde ağustos şûrasında emekliye ayrılan bir önceki Genelkurmay Başkanı Emekli Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu, TSK'nın bilinen temayüllerinin aksine sisteme müdahale ederek, terfi ve atama listesini kendisi yapmıştır. Bu hak yeni göreve başlayacak olan Orgeneral Hilmi Özkök'e ait olduğu halde Hilmi Paşa'nın bu hakkı kullanmasına izin vermemiştir. "Ben 2023'ün komuta kademesini kurdum" diyerek övünen Kıvrıkoğlu, normal şartlarda Kara Kuvvetleri Komutanı olmasına kesin gözüyle bakılan Orgeneral Edip Başer'i, bu göreve getirilmesini engelleyerek emekliye sevk etmiştir. O tarihte Hilmi Özkök'ü de emekliye ayırmaya niyetlenmiş ama dönemin Başbakanı ve Cumhurbaşkanından destek alamadığı için bunu başaramamıştır. İşte o günden itibaren TSK içinde maalesef ekipçilik başlamıştır. Sayın Kıvrıkoğlu tarafından kritik görevlere getirilen bazı üst düzey komutanlar Genelkurmay Başkanı Özkök'ün altını oymaya çalışmış ve ondan habersiz birtakım işler çevirmiş olabilirler. Kulaklarını kendi komutanlarına değil Fenerbahçe Orduevine çevirmişlerdir. Bu ekip Sayın Özkök ve ekibini Cumhuriyet değerlerine karşı duyarsız, kendilerini ise Cumhuriyet'in tek koruyucu ve kollayıcısı olarak görmüş ve bu psikoloji ile hareket etmişlerdir. İşte bugün yargı erki, 2002 YAŞ kararlarından başlayarak bugüne kadar olup bitenleri mercek altına aldı ve inceliyor. Planlama ve teşebbüs safhasında kalan işlemler dahil tüm iddiaları soruşturuyor. Eğer yargı kurumu bunu yapmaz ise sistemin demokratikleşmesi, vesayetin sona ermesi ve milli iradenin her şeyin üzerinde belirleyici bir güç haline gelmesi mümkün olamaz. TSK'dan ana muhalefet partisine kadar tüm kurumlar bu yargı sürecini sabırla ve sükûnetle izleyip yargının kararını beklemek durumundadır. Ergenekon ve Balyoz davasını mahkeme salonlarının dışına taşıma gayretlerine kimse alet olmamalıdır. Bu davranış ve gayretler yargı sürecine müdahale anlamına gelir. Dönemin Genelkurmay Başkanı Emekli Orgeneral Hilmi Özkök, Cumhuriyet Savcılarına tanık sıfatıyla 7 saat konuşmuştur. O konuşmalar kamuoyuna açıklandığında her şey daha iyi anlaşılacaktır. Ergenekon davasında benzer çabaları görmüştük. Şimdi de Balyoz davası delillerini sulandırmaya yönelik ciddi gayretleri ibretle izliyoruz. Yargı sürecini etkilemek için her gün yeni bir iddia ile ortaya çıkılıyor. "Komplo yapıldı, bu delilleri bir çete oluşturdu" savunmalarının kamuoyuna değil mahkemeye yapılması gerekir. Tabii ki eğer amaç mahkeme üzerinde baskı kuracak kamuoyu oluşturulması değilse. Emniyet kriminal ve TÜBİTAK'ın belgeler için 'gerçek' raporuna, askerî savcılığın belgelerin orijinal olduğu kanaatine, Genelkurmay'ın 'rutin dışına çıkılmış' tespitine rağmen sanıklar savunmalarında haklı olabilirler. Çünkü ortada iddialar ve deliller var ama henüz 'bu insanlar suçludur' diyen bir mahkeme kararı yok. O karar çıkana kadar sanıklar masumdur. Ama sanıklar ekranlara değil mahkemeye konuşmalıdır. Kamuoyunu değil mahkemeyi suçsuzluğuna ikna etmelidir. 'Belgeler üretilmiş' tezine dayanak olarak gösterilen tarih çelişkisine "Bazı planların 2008'de güncellendiği" iddiaları ile açıklık getirenler var. Burada bir güncelleme var mı bilmem, ama EMASYA planlarının veya geri bölge emniyet planlarının sürekli güncellenmesi gerekir. Gölcük donanmada ele geçirilen belgelerde ıslak imza olduğu ve bu dokümanlarda sanıkların el yazısı ve parmak izlerinin tespit edildiği dava dosyasında var. Sonuç olarak sabırlı olmamız, yargıya müdahale etmememiz, etkilemememiz gerekiyor. Yargının da hızlı hareket etmesi ve bir an önce karar aşamasına gelmesi gerekiyor.