Kafalarına takmışlar ve de angaje olmuşlar: "Falan hakem iyi, hata da yapsa hakem!.." "Filan hakem kötü, hata yapmasa da, bundan hakem olmaz!.." "Falan" için "zorunlu olarak" eleştiri yapılsa da; "olur böyle vakalar!.." "Filan" için adeta "yeminli" imişçesine, maçın içinde yaptığı birkaç hata" mikroskopla aranarak bulunup, ekrana getirilecek ve denilecek ki; "İşte beğendikleri hakem!.." Hiç dönüp, "kendi hakemlik hayatlarında yaptıkları hatalara" bakmazlar!.. Hatta, "koruma altına aldıkları" falan hakem için sık sık tekrarladıkları "Elbette hakem de insandır, hata yapacaktır.Bir maçta hakemin çaldığı düdüklerin yüzde bilmem kaçı doğru olsun yeter, şu kadar yüzde hata yapma hakkı vardır" sözünü ve "doğrusunun da bu olduğunu", sevmedikleri, kafayı taktıkları, tutmadıkları "filan hakem" gündeme gelince unuturlar!.. Unuttukları "bir şeyler" daha vardır: "Falan" hakemin çalmadığı "penaltı düdüğü için" mazeret uydurmakta ustadırlar; "Futbolcu ne yapsın, sıçrarken dengede olmak için kolunu açmış, top gelip çarpıyor, kolunu kaçıramıyor, o mesafeden kaçıramaz, penaltı yok, hakem doğru karar vermiş" dediklerini.. "Filan" hakemin çalmadığı "penaltı düdüğü için" ise "Olmaz arkadaş, futbolcu o kolu açamaz... Açtığı o kolu niye açıyor, top gelirse, geçmesin diye... Penaltı bu... Hakem vermemiş... Elbette vermez... Bu takıma penaltı verebilir mi... Falan takım olsa, çoktan çalmıştı" diye ahkâm kestiklerini.. Ya da... "Falan" hakemin "itiraz eden" futbolculara göstermediği kartlar için "Bir hakem futbolcu halet-i rûhiyesini bilecek... Bir hakemin birinci görevi maçı bitirmektir, burada kart gösterse futbolcu iyice isyan edecek, onun için göstermemesi doğru... Maçın tansiyonunu indirdi ve bitmesini sağladı... Tribünleri de ayaklandırmadı" dediklerini... "Filan" hakem için ise, "bas bas" bağırarak "Olmaz arkadaş buna da kart göstermezse neye gösterecek? Bas sarı kartı, bir daha yaparsa kırmızıyı çıkar, bak bakalım itiraz eden kalır mı? Korkak bunlar korkak, büyük takım futbolcusuna kart gösterebilir mi?" yorumunu yaptıklarını... Çalınan düdüklerle, çıkarılan kartlarla ilgili yorumlarda bu çifte standardı, "kulüpten kulübe, takımdan takıma, hatta futbolcudan futbolcuya" da rahatlıkla uyguladıklarını... Hakemlere "çifte standartlılar" derken, "çifte standardın dik âlâsını" kendilerinin hem de devamlı olarak yaptıklarını... Yazılarda, kasetlerde "yüzlerce" örnek duruyor!.. "İstedikleri" takımı, futbolcuyu ve hakemi idam ediyorlar, "istedikleri" takımı, futbolcuyu ve hakemi ise "koruyup, kolluyorlar!.." Ve de "bu sebeple" ortamı gerdikçe geriyorlar, hakemlerin üzerinde büyük baskı kuruyorlar, onların maçlara "stres içinde çıkmalarına sebep oluyorlar", hakem hatalarının çoğalmasını sağlıyorlar ve böylece "reytinglerini yükseltiyorlar!.." Futbolcuların "hakemlere değil", hafta sonları "kendilerinin yaptıkları, yapacakları yorumlara inanmalarını sağlayarak", saha içinde "hakeme karşı güvensizlik ortamı meydana getirip" olay sayısının artmasının ve büyümesinin yollarını açmak da adeta "ôonlar için" kaymaklı ekmek kadayıfı!.. "Karşıdan çekilmiş" bir TV karesinde, "iki ayak arasında" en az 30-40 santim fark varken, ya da "kol ile top arasında" en az yarım metre açıklık bulunurken "sanki birbirine yapışmış" gibi görüneceğini çok iyi bildikleri halde, "sadece" bu görüntüye bakarak "fauldü, değildi" ya da "penaltıydı, değildi" tartışmasına girip, "istediklerini sonucu çıkarmak" daha doğrusu "maniple etmek" de onların büyük hüneri!.. "Topa vurulduğu anda", en ileride olan oyuncunun "hizasında olmayan" kameraların aldığı görüntülere bakarak, hatta "gölgelerden" bile medet umarak "ofsayttı, değildi" tartışmasına girip, hakem kararlarını yargılamak ve hüküm vermek de onların en çok sevdikleri şey!.. Say say bitmez!.. Onların "ileri oynat, geri al, tekrar oynat" diye diye birkaç dakika "ince eleyip sık dokuyarak" verdikleri, hatta "başka başka kanallarda" hem de "taban tabana zıt" olarak verdikleri kararları, "düdük çalan hakemlerin" bütün bir maç boyu "saniyenin dörtte biri kadar bir zamanda vermek zorunda olduğunu" unuttuklarını ve "acımasızca eleştiriler yaparak" hatta genç hakemleri bile "daha olmadan yok etmek için" ellerinden geleni artlarına koymadıklarını görmek, insanı "spor adına, futbol adına, insanlık adına" üzüyor!.. Aslında kabahat onlarda değil; kabahat "onları kullanarak" programlarının "reyting yarışında öne geçmesini sağlamak için" her şeyi yapan spor servisi müdürlerinde ve sorumlularında... "Birkaç puanlık reyting için" futbolun, sporun, maçların, hakemlik camiasının altına her hafta bombalar konuyor, tribünler, kulüpler, futbolcular birbirine düşürülüyor, hava geriliyor.... ...Ve de "bizim" program seyrediliyor!.. Yaşasın reyting... Ne olursa olsun spor!.. Kimin umurunda!..