Yiğiter Uluğ, geçen cumartesi günü, Vatan Gazetesi'nde "çok anlamlı ve herkese ders niteliğinde" bir yazı yazmış; onu okumasam, "o yazıya sebep olan" yazıyı, yıllar yılı tanıklık ettiğim ve kanıksadığım, hatta meslek hayatımın önemli bir bölümünde "benim de kapıldığım" yanlış, hem de çok yanlış bir zihniyetin ürünü olan "kulüpçü ve büyükçü" yazıyı atlayacaktım!.. Sevgili Yiğiter, "Sosyal dengeler futbolu" başlıklı "dünyadan, Avrupa'dan, Avrupa liglerinden ve kupalarından örnekler verdiği" yazısında diyor ki: "Sosyal dengeler kaygısından yola çıkarsanız, bugün hakemlerin tercihlerini güçlüden yana kullanmasına 'eyvallah' dersiniz, yarın teşvik primini, şikeyi 'olur böyle şeyler' edasıyla geçiştirirsiniz (ki son dönemde ekranlarda izlediğimiz eski futbolcuların genel tavrı bu, farkındaysanız). En çok bağıran haklı sayılır sonuçta... Sonra da bu sahte dünyanın gerçek evrensel değerler yaratmasını beklersiniz. Oyun kuralına göre oynanmazsa, nasıl olacak bu? Gümrük duvarlarıyla yıllarca korunan Türk sanayinin ürünleri dünyayla rekabet edebildi mi ki, 'sosyal dengeler' nakaratıyla yaratılan sahte şampiyonlar rekabet edebilsin?" Bu yazı neden yazılmış? Reha Muhtar, "Beşiktaş - Sakaryaspor maçının hemen ertesindeki" yazısında demiş ki: "Ama gencecik bir hakem gol olan Beşiktaş'ın penaltısını vermedikten sonra kolay kolay o kararın arkasında duramayacağını anladı. Futbol sadece kuralları olan bir oyun değil, sosyal dengeleri de olan bir oyun. Eğer o dengeleri hesaplamazsanız her an bir fitili ateşlersiniz. Avrupa'da hakemler kuralları uygularken olayın sosyal matematik tarafına da bakıyorlar. Onu tamamen göz ardı ederseniz, 'Efendim şuna çal, efendim buna çal, efendim şu kuralı sen şöyle uygula' derseniz hiçbir maçı 11-11 bitiremezsiniz. Genç hakemlere tavsiyem kurslarda aldıkları derslere baksınlar, çok fazla her gelenin geçenin sözlerini dikkate almasınlar." Elbette, hakemleri "genç - yaşlı", takımları "büyük -küçük" olarak ayıran "bu zihniyet", sporu spor, futbolu futbol olmaktan çıkarır, "bir büyük takım oyuncusu kurtarmak", "bir büyük takıma daha az ceza gelmesini sağlamak için", spor sayfalarında da, TV ekranlarında da "küçük takımları ve futbolcularını, hakemleri" tam bir "sportif linçe tâbi tutar" ve bunun adına da "sosyal dengeleri gözetmek" gibi "bilimsel" (!) bir "gerekçe" koyar!.. Rakibine parmak atan, rakibine tüküren, rakibine sümküren, rakibine tekme atan, hakemlere saldıran futbolcular, "ancak büyük takımların formalarını giyiyorlarsa", korunmalıdırlar; zira "mutlaka ağır tahrik vardır" ve "bu futbolcular çıldırmak zorunda kalmışlardır!.." Zaten "küçük takımların, büyük takımlara direnmesi, onlardan puan alması, onları yenmesi", bizatihi "en ağır tahrik değil midir?" Hakemlerin "asıl görevi", büyükleri korumak ve kollamak üzerine oturtulmamış mıdır? Federasyonlar da "büyükleri yaşatmak, onlara başarı ve şampiyonluk yolları açmak için" kurulmamışlar mıdır? Spor sayfaları ve spor ekranları ne için vardırlar; elbette "sadece büyükler için!.." İşte "sporda, futbolda sosyal denge" budur ve "gözetilecek olan" da budur!.. Bütün hakemlere ve federasyonlara, spor teşkilatına duyurulur!.. *** Bugünkü yazımı, "geçen çarşamba günü" Türkiye'de yazdığım yazının "başlangıç" bölümü ile bitireyim: "Bu kafayla... Ne tribün olayları biter... Ne de futbolumuzda şiddet!.."