"Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz... Görünür şahsın rütbe-i aklı eserinde!.." İleride, bugünleri hatırlayacak olanlar, Ziya Paşa'nın bu mısralarını mutlaka anımsayacaklardır, belki de bu "Derviş-Değirmen" hikayesini bir eski zaman masalı gibi kuşaklara anlatacaklardır. Şimdilerde bizler, bir acayip olayın, daha doğrusu oluşumun içinde yaşıyoruz ama denizdeki balıklar gibi denizde neler olup bittiğinin farkında olamıyoruz. Koştuğumuzu biliyor, ama neden bu kadar terlediğimizi anlayamıyoruz. Efendim, şimdilerde hep birlikte yaşamakta olduğumuz bu ülkede atalardan kalma, ecdat yadigarı eski bir değirmen varmış... Hem su, hem de gerektiğinde rüzgarla da işlermiş, taşlarının arasına ne koyarsan onu ufalar, un gibi öğütürmüş.. Uzun süre bakımsız kalmış, sağlam Horasan harcından yapılan duvarlarında yer yer beliren çatlaklarda, tabanın şurasında burasında kendiliğinden yabani ayrık otları türemiş, üstelik böylesine bakımsız kalan değirmenin uzak yaylalardan esen rüzgarla dönen kanatları da delinip kırılınca gelen geçenler değirmencilerin soyu sopu tükendi sanarak orasından burasından bir şeyler aparıp götürmüşler.. Değirmenin sahipleri, varisleri günün birinde çıkıp geliverince hep birlikte karar vermişler, bundan böyle artık "kendi malımıza kendimiz sahip olalım, değirmeni yeni baştan onarıp temizleyelim, tahılımızı kendimiz öğütelim, kendimiz tüketelim!" demişler. Bunun için de çok uzaklardan, bu işin ehlini ustasını bulup getirtmişler. Pek de iyi etmişler.. Zira bu gelen adı ile sanı ile bizden bir Derviş imiş!.. Millet olarak sıcak kanlı insanlarız... Gelen Derviş de bizlerden olunca birbirimize çabuk ısınmış, ona çabuk bağlanmış, güvenmiş ve işi tümü ile bu erbabına emanet etmişiz. Ama değirmen dediğin taşıma su, yahut delik, yırtık kanatları ile işleyemez ya! Eskiden buraya su getiren dere kurumuş, yahut bir marifet, mecra değiştirmiş olmalı. Yelken bezleri de yama tutmaz, yenilerini takmak gerek. Uzaklardan gelen Derviş bu işin hastası, ustası... Dünyada bu işi bilen veya yapanların en ustalarından biri imiş. "Hamasi" bir şevk ve heyecanla işe başlamış... Herkeste heyecanlı bir hayranlık oluşmuş, yapılacaklara bir de iddialı isim takılmış, adına "Ekonomik Kuvvayı Milliye Harekâtı" denilmiş!.. Bu harekâta başlamadan önce IMF'den gelen "Cottarelli" heyeti ile küçük çapta bir muaşakaya girişilmiş, aramızda "Sınırlı Sorumlu" niyet mektupları, stand-by belgeleri alınıp verilmişti. Yürümedi, yahut da yürütemedik. Zaman ve ortam belki elverişli değildi. İş aleminde çok yolsuzluklar, kıskançlıklar vardı. Ekonomi dünyası en tehlikeli cinsinden bir MALARYA salgınına uğramış gibi idi. Ortalık "Dolar-Kredi" sıtmasından kırılıp gidiyordu. Burada sanırım bir taktik hatası yapıldı. Mikrop üreten bataklığı kurutacak yerde mikrop taşıyan sivri sinekleri beylik tabanca ile dan dan vurmaya kalkıştık. Ortaya bugünkü kargaşa çıktı. Zirvedeki siyasi kavgalar, rekabetler, çekişmeler güven ortamını öylesine sarstı, ürküttü ki, gelen yabancılar getirdiklerini misli ile çarparak kaçırdılar. Bu bakımdan yazık oldu. Bize yardım için gelenler "Doları dalgalanmaya bırakın her şey düzelir!" tavsiyesinde bulunanlara inandık, öyle yaptık, aldandık. Birkaç saat içinde Merkez Bankası'ndan milyarlarca dolar kaçıverdi. Mülkiyede bizlere ekonomide her şeyin zamanında ve kendi adı ile söylenmesi gerektiğini öğretmişlerdi. Kimsenin dili varıp da yapılanın adına "Devalüasyon" diyemedi. Olan Merkez Bankası'nın dolar rezervlerine oldu. Kimileri fırsattan yararlandılar, bir saat içinde milyarlarca dolarımız kanatlandı. Şimdiye kadar hiç mi devalüasyon yapmamıştık?.. Çok yaptık ama hiçbirinde böyle olmamıştı. Şunu da belirtelim ki DERVİŞ'in işe başlayabilmesi sanıldığı kadar pek kolay olmadı. Vakti ile koalisyon kurulurken yapılan "Yetkiler Dengesi"nden Derviş'e pay çıkarabilmek "Yetkiler Dağıtma Yetkisi"ni elinde tutan Başbakanın elinde, yetkisinde bir şey yoktu. Olsa da kullanacak hali, takati bulunmuyordu!.. Derviş alelacele cerre çıkar gibi yel yepenek, yelken kürek yollara düştü. Değirmene su, yelkenlere yel arıyordu. Nedense önce Almanya'dan başladı. Oradan ABD'ye dönüş yolunda ise uçağın gecikmesinden de faydalanarak Paris'e, arkadaşı Maliye Nazırı FABİUS'ü ziyaret ederek Ankara'ya döndü. Benim naçiz kanaatimce Türkiye'ye Yardım Konsorsiyumunun silueti belirleniyor gibi idi. Bilirim bu gibi durumla hiçbir ülke tek başına yardımı göze alamaz. Aralarında bir "Reasürans" sistemi oluşturmayı tercih ederler... Derviş'in valizleri boş değildi. Ama dolar yerine tıklım tıklım öğütlerle dolu idi. Bu arada bizden onbeş gün içinde onbeş kanun çıkarılması şartı da vardı. Şahsen buna üzüldüm. 1950'li yılları anımsadım. Yine benzeri ekonomik sıkıntılı bir dönemden geçiyorduk. IMF'den bir heyet vardı. Başında Cottarelli'den çok üst düzey, Polonya kökenli bir Amerikalı vardı. Bize şimdikilerle kıyaslanamayacak bir kambiyo uygulamasında esneklik tavsiyesinde bulunmak cesaretini göstermiş, ertesi günü de kendisini avdet uçağında buluvermişti. Şimdi bizde olduğu gibi demokrasilerde koalisyon hükümetlerinin yönetimi çok zordur. Çalışmalarının çoğu kendi aralarında uyumu sağlamaya yönelik olur. Bunu İngiltere Başbakanı Lord Disraeli söylüyor ve ilave ediyor: "Güçlü bir muhalefete sahip olmayan hükümetlerin gücü ve ömrü de az olur. Eğer devlet çok güçlü olursa vatandaş ezilir!.. Ama zayıf olursa mahvolur!.." Çok şükür bizde ne birincisi ne ikincisi söz konusu değildir.. Vatandaş şimdilik sadece ekonomik sıkıntılar altında eziliyor o kadar!.. Sayın Ecevit bu hali ile artık umudumuz olmaktan çoktan çıktı. Umut ışıkları, "Değirmen Masalı" kahramanı Kemal Derviş üzerinde toplanıyor gibidir!.. Allah cümlemizin yardımcısı olsun diyelim!..