Bugün 1 Mayıs... Bahar Bayramıdır. Batı ülkelerinde özellikle Fransa'da âdettir. Herkes şehirlerden kaçar civar ormanlarda çoluk çocuk "Müge" aramaya ve toplamaya başlarlar. Bu, bizim papatya boyunda çiçek tek saplı ve çok güzel rayihalıdır. Herkes onu arayıp bulmayı ve sevdiklerine bir sap olsun ikram etmeyi "uğur" sayar. Seralarda yetiştirilenler aynı değerde olmaz. Bu yıl Fransızlar müge toplamaya vakit bulabilecekler mi, bilemiyorum? Bildiğim ve inandığım tek şey hemen herkesin 29 Mayısta sandık başında buluşacağıdır. Bu oylama kanımca Parlamento ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden fazla bir katılımla yapılacaktır. Söz konusu olan Avrupa Birliği Anayasasının kabulü veya reddidir. Bu önce Fransa, sonra da Almanya ve hatta tüm AB ülkeleri için hayati bir önem taşımaktadır. Bunca yıldır bu konuyu ve ülkeleri izlerim, hiçbir oylama için bu kadar çalışma çabalama yapılmadı. *** Ortada çok garip ve çelişkili bir durum söz konusudurl. Halen Fransa'da 4 siyasi parti vardır. Bunlardan halen iktidarda olan sağcı liberaller ve muhalefetteki sosyal demokratlar ayrı ayrı nedenler ile referandumda EVET oyu kullanılmasını istemektedirler. Aşırı sağcı Jean Marie Le Pen'in partisi ile komünistler hayır kullanılması için propaganda yapmaktadırlar. Bunu normal karşılamak gerekir. Zira burada oylanacak olan Hükümetin bir teklifi değil doğrudan doğruya AB'nin hazırladığı bir Anayasa tasarısıdır. Buna hayır diyecek olanlar şeklen iki aşırı siyasi parti ile özdeşleşmiş olacaklardır ki bunu ne Sosyal Demokratlar ne Chirac taraftarları istemeyeceklerdir. Sosyal Demokratlar avaz avaz bağırıyorlar... Bizim evet oylarımız Chirac ve Hükümetin icraatına değil sadece AB Anayasasınadır. Onlara göre anketlerdeki hayır sesleri bu Hükümetin icraatından memnun olmayanların oylarıdır. Buna rağmen yine de referandumda hayır çıkarsa ne olacaktır? *** Bunu hepimiz külahımızı önümüze koyup düşünmemiz lazımdır. Fransa, AB'de liderlik ve sürekleyici rolünü Almanya'ya bırakmış olacaktır ki, bu İkinci Dünya Savaşı ve sonrası ile alay etmek anlamına gelecektir. Hitler'in savaşa başlarken istedikleri bu değil mi idi? Ama şimdiki Almanya iyice akıllandı. İşin latifeye ve maceraya gelir tarafı yoktur. Fransa olmaz ise Almanya da AB içerisindeki itici, sürükleyici motor rolünü yürütemez. Bunu bizzat kendisi de istemez!. İngiltere bakımından hava hoştur. Zaten pamuk ipliği ile bağlanmış ve Anglo Sakson tesanüdü ile ABD'nin gözlerinin içine bakmaktadırl. Aslında AB tasarımı ile ABD gerçeği arasında daha ilk bakışta göze çarpan ayrılık şudur: ABD kuruluşu itibari ile tek taraflı "Unilateral" bir birliktir. Halbuki Avrupa Birliği çok taraflı ve çok sesli bir topluluğu ve birliği amaçlamaktadır. *** Ama yine de bilinmez Fransızlar oldum olasıya "Contradictoire" çelişkili bir mizaçtadırlar Söylediğinin tersini yapmak onlarda bir marifet ve kültür sayılır. Sonra Fransızlar -erkekler dahil- kaprisli insanlardır. Kolay kolay EVET demezler. HAYIR demek onlarda BELKİ anlamını taşır. Bu da EVET demektir. Yani anlaşılan bütün anket ve araştırmalar sonuçlarına rağmen sonun AB Anayasasına evet denilmesi pekala mümkündür!.. Farzedelim ki sonuç "Hayır" çıktı. Ne olur? Dünya yıkılmaz ki.. Olsa olsa olan Fransa-Almanya ikilisini tüm Avrupa ülkeleri üzerinde üstünlük kazanarak yaşlı ve güngörmüş dünyanın bu bilinen en yaşlı kıtasına ve Avrupa Birliği'ne olur. Hani La Fontaine'in bir "kurbağa masalı" vardır, durum ona döner. Hepiniz bilirsiniz kurbağa yemyeşil çayırda otlayan bir ineğe özenmiş, onun kadar büyük olmak istemiş.. Yemiş, yemiş nihayet oburluktan çatlayıvermiş!.. İnşallah Fransa bu kurbağa durumuna düşmez. Ama düşse de kıyamet kopmaz AB kör-topal eski minval üzere devam eder. 1957'lerdeki altılı demir çekirdek hakimiyeti devam eder. Bilemediniz bu 6 ülke ikiye çarpılarak başka bir baharı beklemeğe devam ederler... *** Peki şu AB'ye katılan 10 eski Demir Perde ülkeleri ile yeni katılmaya hazırlanan Türkiye ve iki eski Demir Kafes ülkesi için durum ne olur? diye sorarsanız önce Türkiye'den başlayalım. Türkiye'nin üyeliği, bence şimdilerde olumsuz çenelerden çıkan seslerin tersine belki daha bile hızlanır, arzu edilen hale gelir. Türkiye de bir koş kovalama içinde bir çırpıda kabul ediverdiği AB müktesebatını rahat rahat hazım edecek içine sindirebilecek zamanı kazanmış olur! Aynı şeyi geçen yıl yangından mal kaçırır gibi alelacele AB'ye alınıveren eski Demir Kafes ülkeleri için söylemek mümkün değildir... Bunda ne kadar acele edildiği şimdi daha iyi anlaşılıyor. Sen yarım asırdan fazladır komünizmin en sert kural ve kayıtlarından kurtuluverip dünyanın en liberal ülkelerinin içinde çırpınıp duracaksın. Adam AB'ye gelirken eski baskı alışkanlıklarını bırakıp gelemiyor ki!. Dünya medyasından öğreniyoruz. Bu memleketlerde eski rejimle ilişkileri konusunda bir ihbar furyası başlamış. Herkes birbirini ihbar ediyor. Neden yapıyor? Onların evveliyatını bilmeyen mi var? Tek ortak tarafları Hıristiyanlık kalıyor. Aslına bakarsanız bu meseleye şimdilik fazla dokunmaya gelmez. AB çok yara alır. Bir defa yazmıştım. Paris kurtarıldıktan sonra Alman işgal kuvvetlerinin karargah olarak kullandığı büyük bir otelin mahzeninde Almanlar çuvallarca ihbar mektubunu güya unutmuşlar. Fransız Kurtuluş Hareketi mensupları bunları derhal açmak istemiş. Gn. De Gaulle'ün istihbarat başkanı engel olmuş. O tarihlerde Fransa yarısını öbür yarısı iş birlikçi olarak gammazlamakta idi. Tarihte gammazlıktan jurnalcilikten kimsenin bir şey kazandığı görülmüş değildir. Bizde de Osmanlı'nın Meşrutiyet öncesi dönemde saraya ihbar mektupları yazmak bir alışkanlık halini almıştı. Kimin yazdığını şimdi hatırlamıyorum, -dilinden üslubundan 'Şair Eşref'e ait olabileceğini tahmin ediyorum- Şöyle diyordu: "İstemem hanemde devlet aleyhinde asla cüst u cu... insanı jurnal ederler herkesin namusu var!.. Hazret-i Şahı Cihanın Askeriden Mülkiyeden, İlmiyeden bin kadar casusu var..!" Efendim bu bir Mayıs gününde bu köşeyi okuyacak olanların Bahar Bayramlarını kutluyor. 29 Mayısta Fransa referandumundan AB Anayasası için yine de "Evet" oylarının galebe çalacağını ümit ve temenni ediyorum!..