Milenyum, yabancı kökenli bir kelimedir. Bin yıllık bir dönemi kapsayacak bir kavram olarak bilinir. 1900'lü yılların sonlarında sık kullanılmaya başlandı. 2000'li yılları izleyecek bin yıllık bir dönemin, renk, dil, din, zengin, fakir ayırımı yapılmaksızın dünyadaki bütün insanlar için çok zor bir süreç olacağı herkes tarafından biliniyor, ama kimse, bunun dünyayı kökünden sarsacak bir salgın hastalık şeklinde gelişeceğini tahmin bile edemiyordu. Akla gelmeyen başa geldi. Dünyada toplumlararası bir kargaşa veya kaynaşmanın öncesindeyiz. Gelişmişler, gelişmemişler, sömürgelikten zorla kurtarıldıktan sonra kendi kapılarına süpürgelik yapılanlar, mostralık muz cumhuriyetleri, gelişmekte olanlar, kalkınmakta olanlar, velhasıl bizler dahil gelişme halindeki ülkeler, zenginler, fakirler, ABD, AB kısaltmaları ile tanımlanan zenginler, bunların oluşturdukları birliklerin, toplulukların insanları, uluslararası kurum ve kuruluşların yönetici ve mensupları başlarını iki ellerinin arasına almışlar, bu hastalığın çeşitli arazını değişik biçimlerde de olsa kendi bünyelerini nasıl etkileyebileceğini düşünmeye başlamışlardır. Geçen bin yıl, insanlık âlemi için gerçekten dolu dolu geçmiştir. Türkler gelmiş, Bizans'ı yıkarak İstanbul'a yerleştikten sonra tarihte yeni bir fasıl açılmış, Orta Çağ devri kapanmış, yeni ve modern bir dönem başlamıştır. Amerika keşfedilmiş, çeşitli ırk, din, dil ve renkli göçmenlerden yeniçeri usulü, devşirme usulü ile kurulan bir devlet az zamanda dünyanın başına geçivermişti. Yirminci asra damgasını vuran iki büyük dünya savaşından sonra batıda iki başlı kutuplaşma ve soğuk savaş dönemi beklenmedik şekilde komünizmin bayrak indirmesi ile son buldu. Bu dönemdeki daha büyük bir olay da koloniyalizmin daha doğrusu sömürgeciliğin kaldırılması olmuştur. Şimdiki milenyum olayının ilk arazı ile eş zamanlıdır! Avrupa'daki ülkelerin aralarında doğal coğrafi sınırlar yoktur. Almanya'dan gayrisinin hemen hepsinin sömürgeleri vardı. Adolf Hitler'in ünlü "Lebensraum!" efsane ve bahanesinin, dolayısı ile İkinci Dünya Savaşı'nın gerçek kaynağı da burada yatar.. Savaş sonrası dönemde kurulan Birleşmiş Milletler Teşkilatı'nda (BM) üye ayısı 52'yi geçmiyordu. Şimdilerde bu sayı dörde katlandı. Asıl icra organı olan Güvenlik Konseyi'nin devamlı azaları beş ülke ile sınırlıdır.. Şimdilerde başta Almanya, Japonya, hatta İtalya beş büyükler arasına girmek istiyorlar. BM ile aynı tarihte doğan uluslararası iki kuruluş, biri IMF, öbürü Dünya Bankası idi. Aynı tarihte doğdukları için Sabancı'nın gökdelenleri gibi "İkizler" diye tanımlanıyorlar. Gerçekten de son Türkiye örneğinde olduğu gibi ikisi birden ve birlikte hareket ederler. Yarım asır içinde bunlar faaliyetleri açısından fazla bir varlık gösteremediler. Sadece akıl hocalığı yaparak, kâh ölüp kâh dirildiler. Şimdilerde beklenmedik biçimde etkilerinin artması konjonktür ve ABD baskısı yüzündendir. Türkiye gibi bir devlete şimdiki kadar baskı yapabildiklerine göre kimbilir diğerlerine ne işkenceler yapıyor olmalılar? Bir rivayete göre de ABD bundan böyle kendi etki alanı içindeki konularda NATO ve benzeri etkiler yerine bu ikizler aracılığı ile daha ziyade ekonomik baskı usullerini deneyecektir. İlk örneğini "dostane" biçimde sanırım bizler yaşadık! Şimdi tartışmanın sırası değildir. Gelmiş geçmiş iktidarlardan ne şimdikini ne öncekilerden hiçbirini suçlamaktan lütfen kaçınalım! Biz köklü devletler arasında en eskilerden ve deneyimli olanlardanız! ABD'nin devlet geçmişi ve deneyimi Osmanlının yarı ömrü kadar bile değildir.. Olacak o kadar. Demokrasilerde çare tükenmez diyenlere içtenlikle katılıyorum! Demokraside çare seçimlerde aranır ve bulunur. Eğer seçim yapılamıyorsa, o zaman görev cumhurbaşkanına düşer! Meclisin tüm eğilimlerini simgeleyecek partilerüstü bir koalisyon kurulur. Efendim zamanı mı değil mi? Yapılsa ne olacak? Yine eski tablo çıkacak gibi ucuz bahanelere iltifat etmeyelim. Şöyle bir etrafımıza bakalım: İrili ufaklı, uzak yakın bütün komşularımız milenyum şerefine evlerinin içini dışını köşe bucak temizlediler. Ellerini çabuk tutup seçimlerini de vadesinden önce yapıverdiler! Bizim onlardan neyimiz eksik Allah aşkına!? Dünyada talih ve tarihin cilvesi, zenginler kuzeyde, fakirler güneyde toplanmışlar. Servetin zenginler ile fakirler arasında daha hakça dağılımını kolaylaştıracak bir "Kuzey-Güney" diyaloğu başlatılmıştı. Bundan nasıl bir sonuç çıkabilirdi bilinmez. Ama hiç olmazsa ortada lafı vardı.. Şimdi o da kalmadı.. BM Güvenlik Konseyi'nin sayıları henüz arttırılmadı ama onun yerine bir (G.8'ler Zirvesi) diye bir zenginler sofrası kuruldu. Altı ayda bir 8 zengin devlet başkanı bir araya gelirler, açların objektifli gözleri önünde gürültülü patırtılı yemek yerler, aralarında protestoculardan da dayak değilse bile bol bol küfür yiyenler de olur. Sonuç hep gelecek toplantıya kalır. Bu konuyu tek yazıda bitirebileceğimizi sanmıyorum. Milenyum olayı kapımıza dayanmış, yaşantımıza girmiştir. Hastalığın mikrobu, virüsü, etkileri, tedavisi belli değildir. Sadece bu hastalığın bilinen eski salgınlardan çok daha tehlikeli olduğudur. Uzaktan görünen sadece hastalığın "sosyo-ekonomik-politik" karakterde olduğudur. Bu yüzden her türlü ihtilata müsait bir durumu vardır. Dikkatli olmanın faydaları ise çok daha fazladır.