Geçtiğimiz hafta sonu sona eren NATO'nun İstanbul zirvesinden çıkan resmi bildiri ve bilgiler, iki Dinozor'un çapraz mekanlardan açtıkları çapraz ateşin gölgesinde, etkisinde kaldı. Hiçbirimiz gerçeği tam olarak anlayamadık. Bildiriyi sonuna kadar okuyamadık. Aslında okusak da bu fazla fark etmeyecekti. Bildiride bilgiler de Çırağan Sarayının pencerelerinden salkım saçak yerlere sarkmaktadır. Okumak da yorumlamak da serbesttir. Dinozorlar, açıklamaları için kendilerine kişiliklerine çapraz düşen mekanları seçtiler. Bush, Amerikan çıkışlı, üstelik İngilizce öğretim yapan Boğaziçi üniversitesinde mekan tutacağı yerde tuttu. Benim de yıllar boyu okuduğum "Mektebi Sultani" Galatasaray'ın Ortaköy'deki ilk kısım bölümünde şimdilerde Galatasaray Üniversitesinin bahçesinden konuştu. Chirac da kalktı inat olsun diye eski Amerikan kolejenin yerindeki Boğaziçi Üniversitesinin Anglo Sakson aksanlı dekorunu kullandı. Bu kadarı zirveyi izleyenlere yetti arttı. Gerisine bakan olmadı. Bakan olsa idi görecek ve anlayacaktı ki, Zirveye katılan 48 ülkeden hiç birisi NATO'nun sona ermesinden yana değildir. İster Birleşmiş Milletler emrinde bir "Güvenlik veya caydırıcılık örgütü", ister, ABD veya AB'nin gerektiğinde kullanabileceği bir "Yangın Söndürme" veya "düzeni koruma" amaçları ile el altında tutacağı bir örgüt olsun hepsi de eskisine benzer bir NATO'nun devamından yanadır! * * * Bildiriden sarkan konular arasında bizim açımızdan ilk göze çarpan üç tanesi bizim için fevkalade önemlidir. Ne dalgınlığa, ne de asla hovardalığa gelmez. Üçünü de ince eleyip sık dokumak öyle karar vermek durumundayız. Vermek durumunda kalabileceğimiz kararlar için şimdiden hazırlıklı olmak zorunludur. Sarkan konulardan birincisi Irak ile ilgilidir. ABD'nin Irak'ta yönetimi geçici bir yerel yönetime devrettikten sonra ve dahi seçimlerin yapılıp gerçek yerli bir Hükümetin kurulmasına kadar güvenliğin korunması, yeni yönetimin eğitimi, yetiştirilmesi NATO'nun üzerinde ve uhdesinde kalacağa benzemektedir. Yerli halkın, başta ABD ve İngiltere olmak üzere yabancı askerlere karşı tutumu bellidir. Kuzey Irak Kürtlerinin durumu ise sürekli ve acil bakımı gerektiriyor. Hazinei Evraktaki hüzünlü "Mim" dosyasının hazin durumunu hatırlayalım. Diğerlerine de mümkün olduğu kadar fazla bulaşmayarak uzaktan uzak görüşlü bir dikkatle yetinelim derim. İkincisi Afganistan'daki NATO kuvvetlerinin takviyesi ve yerli yönetimin eğitimi sorunudur. Afganistan İstiklal mücadalesine bizimle eş zamanda başlamıştır. Atatürk, Afganlılara yol göstermiş, yardımcı olmuştur. Hem mülki hem askeri kadrolarının Türkiye'de yetiştirilmesine özen göstermiş, okullar ve hastahanaler açmıştır. Ama Afganistan hiç de tekin bir yer değildir. Halkı Patan, Peştu ve Türkmen aşiretlerinden oluşur. Yönetimin ağırlığı da bunların elindedir. İngilizler oradan paçayı zor kurtarmıştır. Sovyetler ise kolay girmişler, çıkınca ve çıkarılıncaya kadar akla karayı seçmişlerdir!. Bir dahaki sefere tövbelidirler. Şimdilerde oradaki NATO askerinin takviyesi onbinin üzerine çıkarılması söz konusudur. Üstelik Afganistan'daki İSAF kuvvetlerinin komutanlığı, konseyde alınan karar gereği belirli tarihlerde münavebe ile NATO askeri kanadındaki üye devletler tarafından üstlenilecektir. Sıra bize ne zaman gelecek? Bilmiyorum. Ama Afganistan'daki NATO askerinin sayısı da sanırım on binin üzerine çıkarılacaktır. Kendi kendime düşünüyorum, keşke diyorum NATO Afganistan'da hiç görev almamış olsa idi. Ama artık çok geç!.. Hiç olmazsa daha fazla "dolduruşa gelmeyelim!" Afgan Milleti, Patanı ile, Peştusu ile Türkmen'i ile sadece dost değil kardeşimizdir de. Atatürk Milli mücadeleye başladığı sıralarda Moskova'ya Dışişleri Bakanı Tengirşek başkanlığında bir heyet göndermişti. Hepsi kalpaklı ve bıyıklı ama kravatlı idiler. Batılı bir yabancı diplomat merak etmiş sormuştu. Moskova otelinin müdürünün verdiği cevap ilginçti. "Hepsi vatanlarını kurtarmak peşinde... Kravatlı olanları Türk, diğerleri Afganlı!.." Bu soruyu soran Fransız Devlet adamı Atatürk ile 1921 anlaşmasını imzalayacak olan ünlü Franklin Bouillon'dur. Anılarında öyle yazar!. Maksat sadece ABD'nin "El Kaide Safarisi" değil de NATO'nun prestijni korumak ise Sayın Hikmet Çetin dostumuz gibi elhak fevkalade yetişmiş ve denenmiş bir Devlet adamının mevcudiyeti elhak buna yeter de artardı bile!.. diye düşünmekten kendimi alamıyorum!.. * * * İstanbul Zirvesinden sarkan konulardan üçüncüsü ve anlaşılması en zor olanı hiç kuşkusuz yamalı bohça gibi, alacalı bulacalı, ABD patentli komando üniformalısı, şu nereden ve nasıl çıktığı hâlâ belli olmayan bir "Genişletilmiş Orta Doğu" haritası üzerindeki NATO'ya eklenmek istenen görevdir. İngiliz Arşivlerinden ödünç alınmış olduğu izlenimi veren bu haritayı üstelik Kuzey Afrika'nın İslam ülkeleri ile de irtibatlandırılarak siyaset piyasasına kara para olarak sürmek, bilmem ki hangi akla hizmettir? Orta Doğu denince neden ise akla biz geliriz Eğer Orta Doğu diye bir mesele varsa onu önce oluşturanlar düşünsünler. Konu Osmanlı Devletinin dağılış süreci ile yaşıttır. 1914-18 Birinci Dünya Savaşı sıralarında, daha savaş sona ermeden Osmanlı İmparatorluğunun parşömen harita kağıtları üzerinde İngiliz, Fransız kurmayları, diplomatları tarafından Sayfiye yerlerinde allı morlu boyalı kalemlerle bölüşülüvermişti. Osmanlının üç eski vilayetinden 18 devlet kuruldu. Herbirine Osmanlı DNA'sı taşıyan birkaç ailenin üyelerini veya ahfadını Kral diye, Şeyh diye Emir diye serpiştirivermişlerdi!. 1800'lü yıllardaki ünlü "Şark Meselesi" önceleri "Yakın Doğu" sonraları "Orta Doğu" şimdilerde de Başkan Bush'un gayreti ile "Genişletilmiş Orta Doğu" haritası diye önümüze serildi!. Önümüzdeki -Kasım ayında yapılacak Başkanlık seçimlerine üç dört ay kadar bir şey kaldı. Amerikalı Başkan dostumuz eğer seçim kampanyasını bu buruşuk harita üzerinde yapmayı tasarlıyorsa herhalde bir bildiği vardır diyorum. Ama yine de bu işte Batılı dostlarımızın değer yargılarında bir yanlışlık olmalı, diye düşünmekten kendimi alamıyorum!. Yanlışı yapanlar düzeltir!.