söz der ki
"-İnsanın küçüklüğü; savunduğu yanlışın büyüklüğünden belli olur..."
(...Gönderme yapmakta sınır tanımaksızın ettiği müthiş S.Ö.Z.leri)
temel'in yeri
İş hanında 5-6 kişi bir dükkana para kasası taşıyor...
Ama adamlar kan-ter içinde, daha kolay taşımanın türlü yollarına başvuruyor...
Hepsi arkasına geçip itmeye çalışıyor, olmuyor... Altına paspas koyup kaydırmaya çalışıyorlar yok...
Adamları seyreden çaycı Temel, "Cık... Cık... Cık..." diye biraz da acıyarak söyleniyor;
"-Bu kasaları niye tekerlekli yapmazlar ki?..."
itiraf reyonu...
(...isim: ahmet çapa ...şehir: istanbul ...yaş: yirmi yedi)
Üniversitedeki ilk yıllar. Saat gecenin 5'i filan. Hava aydınlanmak üzere.
Ertesi gün sınavım vardı ki ben ders çalışmaya niyetlenmişim bu saatlerde.
Almışım kağıdı kalemi
notlarımı. Balkonda ders çalışacağım.
Arkadaş geldi sordu "Napıyon hayret ders çalışacaksın he. İyi de niye burda çalışıyon" dedi.
Ben de "Hem ders çalışır, hem de güneşin doğuşunu izlerim. Bir yandan canım sıkılmaz" dedim.
"Tamam" deyip gitti, ben planladığım gibi hem çalışıp hem güneşi bekledim...
Meğer öbür taraftan
doğuyormuş, öğleye doğru anlamıştım!..
(omer.soztutan@tg.com.tr - itiraf edin, rezil edelim...)
bizimkiler
İzmir Ofis Hüseyin İçağa Abi'nin telefon görüşmesi:
-Muzaffer Abi ben Hüseyin... Muzaffer Abi'yle mi görüşüyorum...
("Muzaffer Abi senin adın ne" gibi oldu)
seyfo'nun günlüğü...
Alo.
Buyrun.
Ben Seyfo.
Baba sen misin?
Yok ben dedenim. Adalete hükmedenim.
...
Alo.
Buyrun.
Ben Seyfo.
Buyur babam, pardon dedem.
Ne etsek nasıl etsek. Kimi nereye yerleştirsek?
...
Alo.
Buyrun.
Ben Seyfo.
Buyur emmi, yok dedem.
Ne edek nasıl edek. Davayı nereye gönderek?
...
Alo.
Buyrun.
Ben Seyfo.
Buyur dedem bakanım, adalete onulmaz çivi çakanım.
Gönder dosyayı bakalım. Gönderelim Şakir'e. Adam mı yok. Olmazsa Ali, Veli, bir de Mahir'e.
...
Alo.
Buyrun.
Ben Seyfo.
Buyur canım dedem. Senin için ne edem.
Oğlum bizi de dinlemişler kazara. İpliğimiz çıkıyor pazara.
(...Mustafa Koç/Okur-Yazar)
hayata dair
Babası oğluna bir torba çivi verir ve ona kontrolünü, sabrını her kaybettiğinde ceviz sandığının üzerine bir çivi çakmasını söyler...
Birinci gün çocuk tam 37 çivi çakar...
Haftalar ilerledikçe çocuk kendini kontrol etmeyi öğrenir ve daha az çivi çakmaya başlar...
Zaman geçtikçe kendini kontrol etmesinin, sandığa çivi çakmasından daha kolay olduğunun farkına varır...
Her çivi çakılmadığı günün sonunda durumu babasına bildirir...
Bu defa baba oğluna, kendini kontrol ettiği her günün sonunda sandıktan bir çivi sökmesini ister...
Haftalar geçer, çocuk, hem sabır hem de kendini kontrol etmenin idrakiyle, tüm çivileri sökmüş olur ve babasını çağırır...
Babası çocuğun elinden tutar ve sandığın yanına götürüp şöyle der:
"-Bak oğlum, çok çalıştın ve artık kendini kontrol ederek sandığın üzerinde delik açmamayı öğrendin...
Ancak, sandığın üzerindeki deliklere bir bak... Hiçbir zaman o delikler kapanmayacak ve eskisi gibi olmayacaklar...
Her sabırsızlığın ve verdiğin tepki karşındaki kişinin yufka yüreğinde böyle onarılmaz yaralar açar... Ne kadar özür dilersen dile, o yara daima orada duracaktır...
Sözlü bir saldırı da en az fiziksel bir saldırı kadar yara verir...
Oysa arkadaşlarımız bizim için mutluluktur, bizi güldürürler, başarı için cesaretlendirirler, bize dikkatli bir kulak sunarlar ve kalplerini bize açmaya her zaman hazırdırlar..." (...Sokrates)
İğnelik
MUHTEŞEM BİR PROJE
"Her ile bir üniversite", Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşundan bu yana uygulamaya koyduğu en önemli projesidir. Kalite mi? Selçuk Üniversitesine kaydolduğum yıllarda; rektörlük binâsı Macur Pazarı'nda, edebiyat fakültesi dekanlığı Zindan Kale'de, sınıfımız da Konya-İstanbul Yolu üzerinde, prefabrik bir barakaydı. Bugün ise muazzam kampüsü ve ilmî başarısıyla, sayılı üniversitelerimizden! Demem o ki; küçücük bir odada bile olsa, yeter ki kurulsun, başlatılsın...
"-Üniversite dediğin, kaliteyi zorlamaya mecbûr değil, mahkûmdur!.."
Sefa Koyuncu
sefa.koyuncu@tg.com.tr
