'Babam ve Oğlum'

A -
A +

Babamın vefat ettiği günlerde, "Yalnız, ölmek için bile yaşanır tepeden tırnağa" dizesini yazmıştım "Maskeler" şiirim için... Çünkü giderek yabancılaştığım dünyada, onun gibi olmak ve onun gibi ölmek meselesi değildi beni ölüm metaforuyla bu kadar içli-dışlı kılan şey; gidişiydi... Çocukluğum, yokluğum, yoksunluğum ve babamın ben de dahil olmak üzere yedi nüfusa bakmak için giriştiği mücadele; annem... Her şey ama her şey sanki bir anda donmuş, geriye sadece, o yaşlı, hasta, yorgun, çaresiz, gülemeyen, konuşamayan ve sürekli ağlamaya kodlanmış iki gözün sahibi adam kalmıştı ve sonunda o da gitmişti... Babamla aramda büyük uçurumlar olmadı, diğer kardeşlerim gibi; yani, onu hiç mahcup ettiğimi hatırlamıyorum. Gitmek, kalmak, sevmek, saygınlık gibi kavramlar onun defterinde keskin hatlarla çizilmiş sınırlardan oluşmadığı için o hep affeden, anlayış gösteren, seven ve inandığı herşey için titizlenen, titreyen bir adam oldu. Babamla birlikte bir evim oldu, gidip kalabileceğim, iyi-kötü barınabileceğim. Bu yüzden de, gittiğimde gitmenin, döndüğümde de gelmenin huzurunu yaşattığı için yeniden rahmetle anıyorum onu... *** Genç ve yetenekli yönetmen Çağan Irmak'ın "Babam ve Oğlum" filmini seyrederken, senaryonun ideolojik (ama pasif) yanına, kurgu hatalarına filan hiç bakmadan, giderek kaybettiğimiz bir duyarlılığın ve bu hissiyatın temelinde duran 'aile'nin geçirdiği yirmibeş yıllık evrimi yeniden düşündüm. Çağan Irmak, "Mustafa Hakkında Her Şey" filminde de şaşırtmıştı beni, ama "Babam ve Oğlum" -itiraf ediyorum-, Zeki Ökten'in 1999 yılında çektiği, beni derinden sarsan "Güle Güle" (başrol oyuncuları Eşref Kolçak, Metin Akpınar, Yıldız Kenter, Şükran Güngör) filminden bu yana kotarılmış en 'yerli' sinema projesi olarak kayıtlara geçecek hiç şüphesiz; uğradığı haksızlıklar, masa başında üretilen eleştirilere rağmen... *** Bu filmi önemli kılan sadece Fikret Kuşkan, Çetin Tekindor, Hümeyra, Şerif Sezer, Özge Özberk, Binnur Kaya, Yetkin Dikinciler ve Ege Tanman vb. gibi oyuncuları değil sadece; birçok insanın zihninde, merhametin, aile bağlarının, saygının, idealin, ideolojinin, hayatın, ölümün, sevginin, saygının yani kısacası insan olma erdeminin yeniden tartışılmasını sağlamasıdır. *** 12 Eylül 1980 ihtilalinin hemen gecesinde doğan Deniz'in, yedi yaşında, hiç görmediği dedesinin Ege'deki çiftliğine gelişi, dedesiyle babasının yıllardır küs oluşu, dede Hüseyin Efendi'nin (Çetin Tekindor) ziraat okumak için İstanbul'a gönderdiği oğlu Sadık'ın babasına rağmen gazetecilik okurayarak politik olaylara karışması, Sadık'ın her şeye rağmen baba evine geri dönerek oğlunu babasına teslim etmek için gösterdiği çaba... filmin ana konusunu teşkil ediyor ancak, Sadık, uğruna savaştığı bir Türkiye, politik görüşlerinden dolayı terk ettiği babası, bırakıp gittiği sevgilisi ve en önemlisi kendisiyle yüzleşirken; Deniz'in, dede ve baba arasındaki buzları eriten rolü, bir çocuk için baba ve bir baba için çocuk olgusunu da derinden derine işliyor. *** İdeolojik özeleştiri ve ardından gelen pişmanlığın, bir yere ait olamamanın verdiği ezikliğin, mekansızlığın, sahtekarlığın ne olduğunu bilen ve yaşayan Sadık'la; evlat acısıyla yanıp tutuşan ve içinde küllenmiş olan sevgisini, oğlunun ölümcül hasta olduğunu öğrenmesiyle açığa çıkaran Hüseyin Efendi'nin kişiliğinde, bir toplumu yargılayan yönetmen Çağan Irmak, işte bu yüzden alkışlanıyor ve film, bunun için ilgi görüyor. "Babam ve Oğlum", eli-yüzü düzgün bir film... Kendini şehrin, sosyal ve ekonomik şartların ve kargaşanın çarkına teslim etmiş herkese bir şeyler söylüyor. En önemlisi de, elimizde bulunanların değerini bilmemizi, sahip olduklarımıza daha çok sahip çıkmamız gerektiğini... Hem de başrol oyuncusunun ağzıyla: "Baba, Deniz'e bir oda ver. Onun bir evi olsun. Ama gittiğinde dönebileceği bir evi..."

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.