Eyüp(sultan)...

A -
A +

İnsanlar, yaşadıkları yerlere benzer biraz da... Benzemelidir... Geçen sabah, Kaşgarî Dergâhı'ndan Eyüpsultan'ın içine doğru 'derin' bir yolculuk yapmak üzere çıktım evden... Piyerloti kahvesini geçtikten sonra adımlarımı serin selvilerin gölgelediği kabristana yönlendirdim. Dualar ettim sırayla: Ahmet Kabaklı, M. Es'ad Coşan, Necip Fazıl Kısakürek, Ahmet Haşim, Ziya Osman Saba ve diğerleri için... Açtım ellerimi, muazzam bir heyecan ve teslimiyetle... *** İlk gençliğim, Mecidiyeköy- Cağaloğlu arasındaki yolculuklarla geçti. Yâni, yeni şehirde ve Divân-ı Kebir'de... Şehri çok fazla tanımadan sürdürdüğüm bu yolculukları, İETT otobüsleri ve troleybüslerle gerçekleştiriyordum. Şehri fazla tanımıyordum çünkü korkuyordum... Ardından, bu güzergâha Yenibosna eklendi; ardından başka yerler, başka yerler... Şimdi sadece Eyüpsultan... *** Geçenlerde ustam Rasim Özdenören, "İstanbul" (Yeni Şafak, 9 Haziran 2005) başlıklı bir yazı kaleme aldı. Çocukluğunun geçtiği Eyüp'e yaptığı birkaç saatlik ziyaretin ilhamıyla yazdığı yazıda, beni bağrına bastığı halde nicedir unuttuğum 'bir yere ait olma inceliğini' yeniden hatırlattı; hatta, yüzümün kızarmasına dahi vesile olarak... Yâni, o yüzden, insanlar yaşadıkları yerlere benzemelidir... Her sabah ve akşam, dar sokaklarından evime tırmandığım Piyerloti yokuşunda, herhangi bir gün, Üstad Necip Fazıl'la yeniden karşılaşma ihtimalini gözardı etmemem gerektiğini düşündürdü bana ve şöyle dedi: "Eyüpsultan sırlarından Haliç'i seyreden üstat Necip Fazıl'ın nazarıyla onun, şeyh efendisinin tekkesinin eteklerindeki kabrinden feyezan eden nur haleleriyle.. İstanbul, İstanbul olalı, ancak o zaman İstanbul oldu: hüznün ve saadetin, ayrılığın ve kavuşmanın buluştuğu o zaman, o anda..." *** İstanbul, eğer gerçekten İstanbul'sa, Eyüpsultan var diye İstanbul'dur; ve incecik bir örtünün altında misafir ettikleriyle... Özdenören'in belirttiği gibi, bir 'kelimeler anaforu'dur Eyüp: Cezbe, kemal, fuat, rabıta, şeyh, mürit, şeyhte kaybolma, resulde kaybolma, Allah'ta kaybolma, yeniden dünyaya dönme, irşat... Eyüp'te yaşamakta ısrar etmek, insanın bütün zerrelerine bu kelimelerin esrarından zerkedilmesi ile ilgili olmalı... Kaçtıkça, daha derine çeken; meselâ, 90 yaşında iken İstanbul'u fethetmek için yollara düşen ancak muradına eremeden bu topraklarda ruhunu sevgilisine teslim eden, şehit düşen Ebâ Eyyûb el-Ensarî; Câbir bin Muhammed el- Ensarî; Ebu'd Derda; Hafîr, Addü's Sâdık, Amir İbn'-i Sâme, Kâ'b, Edhem vb... Şimdi burada, yani bu şehirde yaşıyor olmanın ne mânâ taşıdığını anlatmış olabildim mi? *** Her sabah, Eyüpsultan'dan yükselen ezan sesiyle ruhumu pâk edeceksem eğer, yazın sıcağına serin selvilerin gölgesinde yürüyerek direneceksem, Cadde-i Kebir'e çıktığım günlerde kendimi Feshane'nin davetine kaptıracaksam, mahzun kalbimi Divan-ı Kebir'den kurtardıktan sonra kaçarcasına Kaşgarî'nin bahçesine sığınacaksam, yaşadığım mekânın benim için bir anlamı olmalı... Ve başka anlamları da olmalı Eyüpsultan'ın... Tıpkı kendisine benzeyen; tıpkı kendisine benzeten... *** İnsanlar, yaşadıkları yerlere benzemelidir biraz da... Çünkü, ancak o zaman çıkılabilir "ebedî karanlığın mahzeni"nden... Meselâ ben, Eyüpsultan'a... Siz de oralara...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.