Haksız mıyım?

A -
A +

Popüler kültürün tuzağına düşmek, geçerli ve kabul edilebilir bir eleştiri biçimidir günümüzde; fakat popülarite, genel anlamıyla bu tür kültürel tüketim kavramlarını üreten Fransızca'dan gelme, "Halk tarafından tutulma, sevilme" tarifini bulan bir sosyolojik tanım değil midir? Geçelim... Bu ülkede popüler olmak, bayağılaşmış magazin tüketiminin bir parçası halini aldığı günden bu yana, kitle iletişim araçlarını parselleyen vıcık vıcık görüntülerin beslediği sözüm ona sanat camiası da bu tuzağın içine bodoslama daldı; dahası kendini ateşe atarken, ülkenin önde gelen sanat ve fikir adamları ile edebiyatçılarını çarkın dişlileri arasına itti, bu dişliler arasında ufalanmamak için direnenleri de kendi hallerine bırakıp kenardan seyirci olmalarına dahi izin vermedi. Burada hangisinin doğru olduğunu tartışmak istemiyorum elbette ama dışarıdan bakıldığında fotoğrafın bu iki kareden ibaret olduğunu görüyorum sadece... *** Yeni bir kitap mı yazacaksın, isminden başlayarak muhtevasına kadar gizemli, merak uyandırıcı, komplo teorileri ve akıl almaz iddialarla magazin basınında veya televizyon programlarında kendine yer bulacaksın; yeni bir film mi çekeceksin, magazin programları veya sayfalarının olurunu almak zorundasın; yeni bir oyun mu sahneleyeceksin, önce magazin basınını doyuracaksın... Daha da iddialı bir eser mi ortaya koyacaksın, o zaman, mesela sağcılardan fikir adamı ve edebiyatçı çıkmadığını ve yetişmeyeceğini söyleyeceksin, Türkler'in bilmem kaç milyon Ermeni'yi kestiğini anlatacaksın, ülkenin en önemli üniversitelerinden birini de kandırıp azınlıklarla ilgili uydurma bir panel düzenleyeceksin, dünyada olup biten ve artık anarşiyle eş anlamlı hale gelmiş bütün hareketlerin karşısında olduğunu belirtip, huzur ve mutluluktan giderek uzaklaşan insanlığı radikal bir yorumla karşına alacaksın... Yetmezse, marjinal işlere bulaşacaksın, mesela üçüncü sınıf şarkıcılarla arkadaşlık edeceksin, gece kulüplerinde kafayı çekip trafikte hız yapacak, polise yakalanacaksın ve akşam haberlerine konu olacaksın, yurt dışına gidip basın toplantıları düzenleyip Türkiye'de fikir özgürlüğü olmadığını filan söyleyerek kendine yer edinmek adına inandığın bütün değer sistemlerini bir kenara bırakacaksın, komik ve acınacak duruma düşeceksin. *** Sağcı olarak bilinen gazeteleri, sahnelediği tiyatro oyunu sırasında eline alıp "ben bunları tuvalette k... silmek için kullanıyorum" diyen bir büyük (!) oyuncumuzun, çektiği film gişe yapsın ve her kesimden izleyici toplasın diye hakaret ettiği gazetelerde dahi boy boy röportajının yayımlanması için basın danışmanına talimat verdiği bu sefil düzende neyin doğru, neyin yanlış olduğunu nasıl ölçümleyeceğiz? *** Bugünlerde böyle bir aymazlık daha yaşandı, içimi burkan. Ülkemizin dünya çapında tanınan tiyatro sanatçılarından biri, yeni oyununa izleyici toplamak için yaptığı tanıtım toplantısında, ülkeyi kamplara bölmek isteyenler başta olmak üzere, popüler/ magazinel kültür avcılarına iştah şurubu olabilecek nitelikte inciler döktürdü geçen hafta. Dedi ki: "Ülkemizde dinci bir tehlike var. Birçok insan bu tehlikeyi görmezden geliyor. Bunun içine medyayı da katabiliriz. Öyle bir tehlike yokmuş, her şey toz pembeymiş gibi gösteriyorlar. Ama o tehlike sinsi bir şekilde büyüyor. Bir bakıyorsunuz kadrolar oluşmuş, kimi yerde içki yasağı yavaş yavaş kendini gösteriyor. Biz bu gelişime karşı bir uyarı yapmak istedik bu oyunda..." *** Neymiş efendim?.. Ülkemizde bir dinci tehlike varmış ve bu büyük sanatçımız bu tehlikeyi sezerek kendince uyarı yapıyormuş... Teşekkürler bayım... Ama lütfen, hakaret ettiğiniz, hor gördüğünüz, tuvalet kağıdı muamelesi yaptığınız, bir yerlere 'jurnal'lediğiniz bu ülkenin sağduyulu, kendi halinde bazı gazete, televizyon ve radyolarına da ayak basmayınız, görüş vermeyiniz, röportajına çıkmayınız... Böylesi daha ahlaklı olmaz mı?..

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.