Hüzün mü? Hâlâ mümkün...

A -
A +

Balkona çık ve dışarıya bak... Ya da başını daya pencerenin camına; binalar, insanlar, çatılar ve deniz... Aylardır sıcaktan kavrulmuş bedenine yağmurlar damlıyor insanların; ferahlıyorlar. Güneşin çatlattığı duvarlar yeniden tanışıyor yağmur damlalarının serinletici darbeleriyle. Martılar, deniz, göğe doğru yükselmiş antenler, bahçeler, çocuklar, çocukların saçları, arabalar... Ne kadar hüzün taşıyor bugünlerde sokaklar? Sokaklar, ah, bu kalabalıkları kucaklayan muhteşem kollar, kanatlar... Şimdi burada her şey hüzün... Her şeyin rengi hüzün... *** "Her şey hazır belki/ yarın giderim/ Yağmurun sesini de/ alırım yanıma/ Gömleğimin cebindedir/ kuruyan otlar/ Eski yerinde kalır gene/ bozkır kokusu" diyor Ahmet Uysal, bir şiirinde... Yanık buğday, toprağa düşmüş yağmur, dala konan çise, ıslanmış çocuk saçı, mavnalar, denize üşüşen martılar, balık kokulu çarşılar ne güzel yakışıyor şehre... Balkona çıkmak zamanı evet, balkona çıkmak ve kentin bütün sokaklarına yayılmış hazan mevsimini içine içine çekmek zamanı... *** Bazen insanı korkutur eylüller. Ruha sıkıntı verir. Ama teraslara, pencere kenarlarına, bahçelere yayılmış olan binbir renkli çiçekler bu korkunun yersizliğini hatırlatır her defasında. Hüznün de insanın ve eşyanın bir yüzü olduğunu... Kül rengi bulutlarıyla üzerime doğru gelen eylülün sarışın mahzunluğunu hissediyorsun sen de ve biliyorsun, eylüller biraz daha silkeler içimizde kıvranıp duran hüzün atının yelelerini... "Eylül işte değiştirerek geliyor/ Eziyor hırpalıyor sonra da coşturuyor beni/ Yeni bir haz olarak hayatın sonbaharında gizli/ Sarışınlık kokuyordu diyerek/ Daha iri bir nokta koymadan cümlenin sonuna" diyerek eylül ayına karşı beni kışkırtan şair dost Nureddin Durman, "Neden susayım usta, kırmızı bir gök yağıyor üstüme/ Dörtnala içiyorum rüzgârın soğumuş yapraklarını/ Göğsümdeki âteş düşüyor soyunmuş dudaklarıma/ Savurup atıyorum taflan yemiş çocukları, alnımdan/ Yürü yürü çoğalıyor eylül denen yol,/ Geçiyor eşiklerden yağmur kokulu saçlarıyla iki sevgili/ Ve birdenbire uçuruma düşüyor simyası yalnızlığın" dizelerini söyletiyor bana ve bu şiirle "Güz Yorumcusu" oluyorum. *** "Eylül denen ölüm çiçeğine veriyorum son nefesimi" her hüzün sabahı ve "Kurşuna dizilmiş düşlerden tanıyorum hayalifener çocukları..." Ve hüznümün dar kapılarından geçip gidiyor öteki mısralar, birbiri ardınca; yüreğimden başlayarak tenhalığına doğru: "Bir hüzzam şarkı söyle, dinsin içimin melâli usta/ Yarı uçuk kentlerde zaten ağlıyorum bütün yoksullukları/ Eylülün aynasında bir ben, bir de poyraz bakışı sevgilinin/ Ve küçük bir çocuğun destan okuyan gözlerini bırakıyorum/ Çamur bakışlı sokaklar kaçıyor adımlarımın uğultusundan/ İşte sana usta, söylediğin o hüzzam şarkıyı bırakıyorum/ Hüzün mü? Hâlâ mümkün! Ben çekip gidiyorum..." *** Sahi, bu hüznü hissediyor musun?

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.