Necip Fazıl ve İstanbul...

A -
A +

Medeniyetler kavşağı kutlu belde İstanbul ve Üstad Necip Fazıl Kısakürek... Birbirinden ayrılmayan, birbirleriyle sürekli didişen ama birbirlerinden asla vazgeçmeyen iki sevgili... "O manayı bul da bul/ İlle İstanbul'da bul..." diyen Kısakürek, aslında Fatih Sultan Mehmed'in, İstanbul idealini anlatmıyor mu? İşte, iki sevgili ebedî vuslatlarına aşağı-yukarı aynı tarihlerde kavuşuyor; İstanbul 29 Mayıs'ta Büyük Fatih tarafından fethediliyor; Necip Fazıl Kısakürek, 25 Mayıs'ta Mutlak Sevgili'ye teslim oluyor tam 530 yıl arayla... *** İstanbul'un fethinin 552. yılını kutladığımız bugünlerde, bu mübarek şehrin, bizim coğrafyamız için ne anlama geldiğini yeniden hatırlatmaya gerek yok. Fakat İstanbul, bildiğimizin ötesinde, sandığımız ufuk çizgisinin Kaf Dağı'nda ve ideal ölçütlerimizin zirvesinde durarak, hâlâ dünyanın başını döndürmeyi sürdürüyor. 1953 yılında, fethin 500. yıldönümü dolayısıyla dönemin iktidarı (Celal Bayar-Adnan Menderes) ve başta İstanbul Fetih Cemiyeti olmak üzere sivil toplum kuruluşlarının organize ettiği etkinlikler, o yıllarda eğer planlandığı gibi gerçekleşmiş olsaydı; yani Başbakan Menderes, Yunanlılar'ı kızdırmamak adına Kraliçe Elizabeth'in taç giyme töreni için İngiltere'ye; Cumhurbaşkanı Bayar da, Merzifon'daki bir askerî birliği denetlemek üzere bu bölgeye gitmeseydi, bugünlerdeki kutlamaların rengi çok daha farklı olurdu. 1953'ün hayal kırıklığı devam etmezdi ve İstanbul'un fethi topyekün bir ayağa kalkış projesi olabilirdi günümüzün nesli için; dahası, 'fetih' deyince belediyelerimiz ve sivil toplum kuruluşlarımız üç-beş pop şarkıcısının vereceği kutlama konserinden medet umamazdı... Vesselâm... *** 1950'lerde devrin önde gelen 'erbâb-ı kalem'i gibi fetihle ilgili dehşetengiz yazılar yazan Necip Fazıl Kısakürek, '101 Çerçeve'sinin ikinci cildinde "500. yıla doğru" başlığıyla kaleme aldığı yazının bir yerinde "Bir gün Fatih dirilecektir" diyor. Fethin 552. yılını kutladığımız bugünlerde, Üstad'ın öngörüsü yerine tam oturuyor. "Evet; lâf ve hayâl âleminde değil, doğrudan doğruya madde ve hakikat dünyasında Fatih dirilecektir!" diyen şair, bu dirilişin nasıl olması gerektiğine dair ipuçlarını da veriyor âdeta ve devam ediyor: "Bir gün Fatih, sandukasının ihtiyar kapağını genç omuzlarıyla kaldırıp ufkî vaziyetten şakulî hâle gelecek ve İstanbul'un Divan Yolu'nda görünecektir (...) Bir gün onu, kâfurdan yontulmuş asîl ve mevzun parmaklarıyla kılıcının kabzasını kavramış, zarif ve ince endamıyla bir masaya eğilmiş ve gök gözleriyle dünya haritasını süzmeğe başlamış göreceğiz. Başındaki heybetli kavuğu, Uludağ'dan daha haşmetli görünecektir (...) O gün, dünya ve insanlık muhasebesinde, Türk milletine ait hakların, Türk milletinin içinde ve dışında terazi kefesine konacağı ân olacaktır. İşte o gün başımızda bulunacak yüceler yücesi, günün gerektireceği üstün kurtarıcılık vasıflarına göre, ruhuyla olduğu kadar cismiyle de Fatih'ten başkası olmayacaktır! Zira Türk milletinin içindeki Fatihlerin harekete geçmeleriyle, onun, aynen sandukasını devirmiş, ayağa kalkmış ve kalabalıkların önüne geçmiş vaziyette meydana çıkması, iki hayali birbirine tıpatıp intibak ettirici en mesut ahengi doğuracaktır!" *** Esrar Dede'nin, "Her semtine baksam görünür âteş-i hicran/ Duzah bana her kûşe ve her kûy-ı Sıtanbul" beytiyle tarif ettiği İstanbul, bugünküne ne kadar da benziyor! Bence hamasî yaklaşımlardan, süflî yorumlardan ve değerlendirmelerden uzak bir fetih anlayışıyla içten dışa doğru yeniden kuşatmamız gerekiyor İstanbul'u. Belki o zaman, kendi fetih yolculuğumuza da kaldığımız yerden devam ederiz; tıpkı başta Fatih Sultan Mehmed, Akşemseddin, Molla Gürani, Esrar Dede, Nedîm, Zâti, Taşlıcalı Yahya, Yahya Kemal, Necip Fazıl ve diğerlerinin gösterdiği gibi ve yoğun bir idrakle... Mümkün değil mi!..

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.