Nicesen?.. Yahşı mısan?..

A -
A +

Elimizi uzatsak, tutacağımız coğrafyalar vardı eskiden ve fakat o coğrafyalara gitmemiz neredeyse mümkün değildi. Kalın duvarların ardında bizi bekleyen insanlara hep 'yabancı' gibi bakardık. "Gün gelecek, o insanlarla kucaklaşacağız" diyenlere gülüp geçerdik. Bu halinden memnundu birçok insan... Sarıkamış faciasından sonra iyice kapanan Doğu kapıları için Enver Paşa'ya sitem mi etmeliydik, yoksa onun büyük ülküsü için dua mı; on yıllarca bunun şaşkınlığını yaşayacaktık... *** Olan oldu sonunda... Sıkıca kapanmış kapılar aralandı biraz. Duvarın ardındaki insanların yüzlerindeki gülümsemeyi farkettik. Tıpkı bizim gibi gülüyorlardı, bizim gibi ağlıyorlardı ve en az bizim kadar acı çekmişlerdi. Kapı biraz daha aralandı sonra ve iyice gördük ki, yüksek duvarların ardına saklanmış insanlar bizdik; Ali, Ahmet, Mehmet, Osman; Ayşe, Fatma, Zehra, Hatice, Resmiyye... Ve bildik ki, on yıllar boyunca kardeşe kardeşi yabancı tutan akıl(sızlık), mağlup olmuştu ve kardeşler yeniden kucaklaşmaya başlamışlardı... Önceleri tedirgindik; çünkü komplo teorilerimiz çok güçlüydü: Bu insanları bize karşı kullanacaklardı... Hem de öyle ki, Doğu'muzu, Batı'mızı elimizden alacaklardı... Ürktük... Tam da, bunun böyle olmadığını, yani korktuğumuz gibi olmadığını öğrenecektik ki, fırsat treni çoktan kaçmıştı. Çünkü, bize doğru koşan insanlara sırtımızı dönmüştük. Acıdan kavrulmuş yüzlerine iliştirdikleri tebessümü sahte birer paranoya gibi algıladığımızdan içimizden onları kucaklamak gelmemişti. Yıllarca Ermeni zulmüne uğramış olmalarına rağmen çektikleri acıyı bir hile saymıştık... Kan gövdeyi götürmüş, ölenler ölmüş, kalanlar yine de yüzünü bize dönmekten geri durmamıştı... *** Şairleri ülkemizi ziyarete gelmişlerdi. Dergilerimizde şiirlerini yayımlatmak, yayınevlerimizden kitaplarını bastırmak için; ama umduklarını bulamamışlardı. Sadece sevildiklerini hissetmek istemişlerdi oysa; ne ekmek, ne su, ne kan ne candı bekledikleri bizden... Ama elimizin tersiyle itmiştik onları... Aslında bu kapkara tablonun ardında, tek duvarla bölünmüş iki halkı birleştirmek, onları yeniden kucaklaştırmak için çırpınan insanlar vardı. Beri yanda, mesela Yavuz Bülent Bakiler haykırıyordu yıllardır; "Öz be öz Karabağlıyım" diyerek... Öte yanda, Bahtiyar Vahapzade; "Bir ananın iki oğlu/ Bir amalın iki golu/ O da ulu, bu da ulu/ Azerbaycan, Türkiye..." Ve diğerleri... Ve ötekiler... *** Kıyamete dek yıkılmayacak gibi duran o suratsız rejim darmadağın olduktan sonra görüldü ki, iki halkın çektiği onca çile beyhûde bir inat uğruna imiş... Moskova semalarını delen haç saplanmış hilalli kiliselere, ders kitaplarında Türk'ün barbarlığını en aşağı insanlık sınıfına indiren şizofren tarihçi bakışına rağmen insanlar, milletlerinin asil emanetini, kanlarına ve ruhlarına raptettikleri için bozulmamıştı. Bakiler ve Vahapzade ve diğerleri... Öteden ve beriden söylediler şiirlerini yıllarca ve haykırdılar kürsünün ardından... İyi de ettiler... *** İşte onların sesinin yankısını bize taşıyan mısralar, yazılar ve fotoğraflardan anladık ki, biz etle tırnak gibiyiz ve kopamayız birbirimizden... Başbakanlık T.C. Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı (TİKA) Bakü Program Koordinatörü olarak Azerbaycan'a gönderilen şair Osman Baş'ın (Vektör Uluslararası İlim Merkezi tarafından fahri doktora unvanlı şair) kaleme aldığı "Nicesen?.. Yahşı mısan?.." isimli kitabı tekrar ve tekrar okuduğumda, içimde fırtınalar koparan 'vefa'sızlığın altında bir kere daha ezildim. Görev yaptığı günlerin çetelesini tutarken, zaman zaman kendi mısralarına, bazen de Azerbaycan'ın usta şairlerinin şiirlerine yer veriyor Baş ve şiir tadında bir hatıra kitabı sunuyor okurlarına... Bahtiyar Vahapzade'yi, Allahverdi Piriyev'i, Tamilla Aliyeva'yı, Elçin İskenderzade'yi, Adil Mirseyid'i, Hasibe Şahoğlu'nu yeniden hatırlatıyor yazdıklarıyla ve bir de şunu unutmamamızı salık veriyor: Hazar'ın kenarından yükselen türkülerle Çamlıca tepesinde okunan şarkılar aslında birbirinin aynısı... O 'Bozkırın yalnız adamı', sahici, Tokatlı bir edebiyat işçisi olduğunu unutmuyor Bakü sokaklarında dolaşırken... Kitabındaki her satırda, kendinden, kendimizden ve oralardan fotoğraflar karelerine yer veriyor adeta... "Şimdi, Nabran sahillerinde coşkun bir dalga/ Haçmaz bağlarında çiçek çiçek bahar/ Vahit oturuyor yüreğime kaçkınlar kampında/ Şuşa yamaçlarında şahince uçuyor/ Bakü'yü avuçlarımda tutuyorum/ Guba'dan Gence'ye akıyorum sessizce/ Oğuzca iniyorum karış karış toprağa/ Bir toprağı, bir Anagız'ın ellerini öpüyorum/ Alnıma mühür vuruyor dudaklarım/ Hicran dolu yüreğimle/ Başlıyor yolculuk, daha çok zaman varken..." "Nicesen?.. Yahşı mısan?.."ı okurken gözümüze Azerbaycan mührünü vuruyor ve melâle terkediyor kalplerimizi... "İyi ki yazmış bu kitabı" dedirtiyor ve iyi ki, aralanan hasret kapısını ardına kadar açmayı denemiş... Yüreğine sağlık... ...................................................... Nicesen... Yahşı mısan?.. Osman Baş- Kültür Ajans Yayınları, P.K. 25, Tokat, 0 536 682 02 52

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.