Ötekinin ölümü, berikinin ölümü

A -
A +

Geçen hafta içinde iki 'önemli' sanat adamının cenazesini kaldırdık. Biri, sanat hayatının büyük bir bölümünü Fransa'da geçiren usta bir tiyatro yönetmeni (ismi lâzım değil); diğeri ise tiyatro eleştirmenliğinin ülkemizdeki 'duayen'lerinden biri: Kâmi Suveren (Suveren, aynı zamanda gazetemiz için kaleme aldığı tiyatro eleştirileriyle de tanınıyordu)... İlk tiyatro adamının cenazesinde, sanatçı dostlarından bazılarının "Yahu bu adam inanmıyordu, ne lüzum var böyle dinî ritüellere" demesinin hemen birkaç saat sonrasında Suveren'i son yolculuğuna uğurlamaya gelen siyah gözlüklü, burnundan kıl aldırmayacak kadar minare tepesinden bakan, geniş yapraklı ağaçların gölgesinde cenaze namazının kılınacağı anı kovalayan, cenazeyle ilgisi olmayan sıradan ve samimi cami cemaati tabutun başına geçerken koşarak en ön safta yer kapmaya çalışan 'başkan' ve 'aydın' adamlarını görünce, aklıma, Alev Alatlı'nın "Viva La Muerte" kitabı geldi. Kitabın hemen başındaki 'Kuyu' bölümünden birkaç alıntı yapmak ve bu yazıya mahsus susma hakkımı kullanmak istiyorum. Derin bir sükût ve ibretle okumanız için sözünü ettiğim bölümleri sunuyorum (yalnız, bu satırlar, yukarıdaki fotoğrafla okunduğunda mesele daha iyi anlaşılabilir kanaatindeyim): Şairin cenazesi, mart ayının ortalarında, yağmurlu, sisi geniz yakan bir gün, öğle namazından sonra Şişli Camii'nden kalktı. Başta Emil Galip Sandalcı olmak üzere, herkes oradaydı. Herkes, yani, Oktay Akbal, Tarık Akan, Demirtaş Ceyhun, Onat Kutlar, Metin Deniz, Melih Cevdet, Zeynep Oral, İlhan Berk, Asena kardeşler, Özgentürkler ve ekipleri (...) Öyle ki, müteveffa ile hiçbir tanışıklığı olmayan, ama bu iç-çevreyle birlikte anılmak isteyenler, davetiye gerektirmeyen bu toplantıları kaçırmamaya özen gösteriyorlardı (...)" "Camiye geldiğimde, avlunun duvarlarına doğru çekilmiş, ellerinde sigaraları, öğleyi kılan Müslümanların işlerini bitirip, cenaze namaz meselesini halletmelerini bekliyorlardı, diye anlattı Günay Rodoplu (...) Yüzlerine esef maskelerini geçirmişlerdi ama sahip olamıyorlardı, diye sürdürdü (...)" "Yani, ara ara, mesela sigara yakarken, mesela çoktandır görmedikleri birini fark ettiklerinde, maskeler kayıp düşüyordu. O zaman sabırsızlandıklarını görüyordum. 'Hayat devam ediyor'du, cenaze ajandadaki 'işler'den sadece birisiydi, daha bir sonraki randevuya yetişilecekti." "Gözümün önüne beyaz mermer sütunlu bir Mississippi konağınnın kapısına art arda yanaşan siyah Limuzinlerden çıkan 'güzel' insanlar geldi. Cenaze dönüşü -bir önceki mezarlık plânında, rahibi, pırıl pırıl sandukayı, çiçekleri görmüştüm zaten- ölenin evindeki partiye katılmaya gelmişlerdi. Zenci uşak kapıdaydı. Müteveffanın eşine, siyah ipekli entarisi çok yakışmıştı, güzel yüzü acılı ama vakurdu -sinema sanatına vurgun tüm akranlarım gibi Protestan cenaze adabını iyi bilirdim, doğrusu!" "Haklısın, dedi Günay, içki hariç, Amerikan cenaze sonrası kokteyliydi- yooo! İçki de hariç değil! Çünkü kokteyl caddenin öbür tarafında, 'Şömine' denilen yerde verildi. Avluda sadece el sıkıştılar, öpüştüler, hasret giderdiler." "Namaz kılmasını bilmedikleri ya da, ve daha büyük bir olasılıkla, kendilerine yediremedikleri için kılmadıklarını düşünmüştü." "Bana öyle geldi ki, camiyi dolduran o poturlu kalabalık- Cuma'ydı ya, Şişli'de ne kadar hamburgerci, dönerci ya da kapıcı varsa hepsi oradaydı- 'ne haliniz varsa görün' deyiverecek olsa, cenazenin ortada kalması işten bile değildi. Biliyor musun, bir an öyle olmasını, cenazenin ortada kalmasını diledim!" "Bizim takımın, sonuçta 'bizim' cenazemizi kaldıracak takkeliler kendilerine sürünmesinler diye geri geri kaçtıklarını gördükçe, Müslümanların greve gitmelerini diledim (...) Utanç verici bir işti! İnan olsun, biz orada işgal kuvvetleri gibiydik! Hem adamların, tanım yerindeyse, 'mülk'lerini işgal etmiştik, hem bize hizmet etmelerini, cenazemizi kaldırmalarını talep ediyorduk, hem de aşağılıyorduk!" "Sonuçta, 'her zaman olduğu gibi', namaz bitip de tabut ayaklanınca hareketlenmişti aydın kalabalık. Bu defa da, namazı Allah rızasından öte bir şeyler için kılanlar ortaya çıkmış, aleni bahşiş talepleri, 'Bu da çiçek taşıdı, buna da ikibin lira vereceksin,' şeklinde, merasimsiz ve hiçbir duygudaşlık gösterisine gerek duyulmaksızın tebliğ edilmişti. Kadınlar ellerini çantalarına attıklarında, Rodoplu, yüzlerinde 'hır çıkartmaktan günün niteliği gereği kaçınan insanların' örtülü öfkelerini gördü..." .......................................................................... Viva La Muerte- Yaşasın Ölüm!, Alev Alatlı, Alfa Yayınları, İstanbul, 2001

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.