'Tümevarım' ve MEB...

A -
A +

İlkokul birinci sınıfta idim; yani 1970'li yılların ilk çeyreği... Öğretmenim Sevinç hanımın anlattıklarını sanki çok önceden biliyormuşum gibi dersle ilgilenmiyordum. Tahtaya çizdiği şekiller, izah etmeye çalıştığı konular bana yabancı değildi. Nerden biliyordum bütün bunları hatırlamıyorum ama olup bitenleri garip garip seyrediyordum. Yarı yıl tatili bitmiş yeniden okula dönmüştük. Çetin kış günleri idi. Elimde annemin ördüğü alacalı- bulacalı eldiven, ayağımda bilmem kaç numara 'kara lastik'... Tipi halinde yağıyor kar. Okul evden epeyce uzakta. Sağ elimde, her öğrencinin okula giderken yanına alması gereken 'bir dal odun', sol elimde ise birkaç defter ve kitap. Kara bata-çıka yürüyorum. Zihnimde bu okul eziyetinin ne zaman biteceği düşüncesi... Aslında okulu seviyordum ama her gün aynı dersleri dinlemek sıkmaya başlamıştı: "Ali gel", "Ali topu tut", "Ayşe, bu tahta", "Veli okula geldi", "Fatma bu kalem" fişleri... Bir de dik, yatık, eğik çizgiler ve diğer şekiller... Öğretmenimiz bir gün, "Tahtaya yazdığım şekilleri defterinize geçirin" dedi ve sınıftan çıktı. Galiba çok üşümüştü. Bizim getirdiğimiz odunlarla yakılan soba sınıfın yeterince ısınmasını sağlayamıyordu; bir de, öğretmenimizin masası sobaya çok uzaktı. Sevinç öğretmen sınıftan çıkar çıkmaz ben masanın çekmecesine sakladığım "Cin Ali Tatilde" kitabını açıp okumaya başladım. Küçücük bir kitaptı ama benim için bir hazineden daha değerli idi... Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum, öğretmenimin sesiyle kendime geldim: "Sen ne yapıyorsun orada bakalım?" Zaten soğuk olan sınıf birden buz kesmişti. Korktum. Hiçbir şey söyleyemedim. Korktuğumu görünce üzerime gelmedi. *** Öğlene kadar biz ders görüyorduk, öğleden sonra ise diğer sınıflar. Derslerimiz bitmiş, evlerimize doğru yola çıkmıştık ki, Sevinç hanım, beni yanına çağırdı. Okuduğum kitabı nerden aldığımı, okumayı kimin öğrettiğini filan sordu. Cevaplandırdım. İki abim okula gidiyordu ve her akşam evde, yedi numara gaz lambasının ışığı altında ders çalışıyorlardı. Yazıp çizdiklerini hafızama kazıyordum adeta ve bir de sesli anlatımlar yapıyorlardı. Mesela, çarpım tablosunu ezberliyorlardı; birtakım harflerin hangi hayvana benzediğini örneklerle birbirlerine izah ediyorlardı; alfabeyi kendi yöntemleriyle nasıl öğrendiklerini zaman zaman bana da anlatıyorlardı. İşte bu süre zarfında, farkında olmadan öğrenme sürecine girmiştim. O günden sonra, öğretmenimiz bana farklı dersler vermeye ve anlatmaya başladı. Evinden getirdiği kitaplarla sürekli besliyordu öğrenme merakımı. Bir süre sonra da sınıfın en hızlı öğrenen talebesi olmuştum. Hatta bir gün, beşinci sınıfta olan Şeref dayımla öğretmeni bizim sınıfa geldi. Çok kızgındı. Beni, benden dört sınıf üstte olmasına rağmen henüz alfabeyi dahi çözememiş olan dayıma örnek göstermişti. Kitap okutmuş, çarpım tablosundan birtakım sayıları sormuş ben de tıkır tıkır cevaplandırmıştım. Öğretmeninin dayıma yaptığı hareketin yanlışlığını öğrenmiştim ama yıllar sonra... *** Bütün bunları, Milli Eğitim Bakanlığı'nın 37 yıl aradan sonra eğitimde büyük bir reforma giderek, bütün dünyanın uyguladığı "tümevarım metodu"na geçeceği haberini okuyunca yeniden hatırladım. Klasik yöntemlerle bugüne kadar getirilen ezberci sistemin kökünü kazıyacak olan bu yenilik, öğrenciyi sadece zihnen geliştirmeyecek, onda yaratılıştan var olan birtakım melekeleri/ yetenekleri de ortaya çıkaracak. Öğrenci merkezli olması hedeflenen bu yeni eğitim sistemiyle öğrencinin daha özgür, daha serbest ve yorum gücü daha kaliteli bir yapıya kavuşturulması mümkün olacak. Bu konuda Milli Eğitim Bakanlığı'nın özellikle okul idareleri ve öğretmenlerini içine alan çok ciddi hazırlıklar yaptığını ümit ediyorum. Çünkü, bugüne kadar düzelmesi için hiç kimsenin irade göstermediği eğitim hayatımızı yeniden şekillendirecek olan yeniden yapılanma, geleceği omuzlayacak çocuklarımızı keşfetmemiz ve tanımamız için de büyük bir fırsat. Üniversitede okuduğu halde ezberlediği ders notlarıyla imtihanlarına giren gençleri suçlamamak gerekiyor; hatta ilköğretimi bitirdiği halde daha doğru dürüst ismini dahi yazamayan öğrencileri de... Bütün mesele, eğitimin bir ülke için olmazsa olmaz gerçeğini kabul etmek. Milli Eğitim Bakanlığı'nın bu konuda elini taşın altına soktuğunu görmek, ezbercilik ve el yordamıyla kişiliğini ve yeteneğini şekillendirmeye çalışan ülkemiz çocukları ve gençlerini onlar farkında olmasa bile yeni bir ümit okyanusunun kenarına getiriyor. Bundan sonrası veliler ve öğretmenlerin işi...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.