Yirmidokuzuncu Şehir

A -
A +

Ahmet Hamdi Tanpınar, "Beş Şehir" isimli şaheserinde "Mazi daima mevcuttur. Kendimiz olarak yaşayabilmek için, onunla her an hesaplaşmaya ve anlaşmaya mecburuz" diyor ve adı geçen kitabının neyi anlattığını şu sözlerle izah ediyor: "Beş Şehir'in konusu hayatımızda kaybolan şeylere duyulan üzüntü ile yeniye karşı beslenen iştiyaktır. İlk bakışta birbiriyle çatışır görünen bu iki duyguyu sevgi kelimesinde birleştirebiliriz. Bu sevginin kendisine çerçeve olarak seçtiği şehirler, benim hayatımın tesadüfleridir. Bu itibarla, onların arkasında kendi insanımızı ve hayatımızı, vatanın manevi çehresi olan kültürümüzü görmek daha doğru olur..." *** "Hayatımızdan kaybolan şeyler"den söz ediyor Tanpınar ve her çağda, her dönemde kaybolup giden "şey"lerin ince hüznünü yeniden hatırlatıyordu okuyucularına... Şair, romancı, hikayeci, edebiyat tarihçisi ve güzel sanatlar aşığı Ahmet Hamdi Tanpınar, "Beş Şehir"de, sırasıyla Ankara, Erzurum, Konya, Bursa ve İstanbul'u hatıraları ve bu şehirlerin kadîm geçmişlerine dayanarak anlatıyordu... Anadolu ve Trakya coğrafyasını oluşturan memleketimiz elbette bu beş şehirden ibaret değil; fakat o, bu eseriyle, bir şehir kitabının nasıl yazılması gerektiğine dair 'mukaddime' bağışlamıştı edebiyat kitaplığımıza... Ardından, uzun yıllar başka kitap gelmedi. Belki de, Tanpınar yetkinliğinde bir eser ortaya koyamama endişesi idi bu kısırlığın sebebi... Ta ki, Ahmet Turan Alkan, "Beşinci Şehir"e nazire olsun diye "Altıncı Şehir"i (Sivas) yazıncaya dek, bu suskunluk sürdü. Ardından başkaları geldi ve birçok ilimizin kitabı oldu... Ben burada yayımlanan kitapların muhtevalarına, ele alınış biçimlerine ve şehir tarihçiliği açısından kıymetine temas etmeyeceğim; gerek de yok zaten... *** Tamamen bir "Türkiye Kitaplığı"na doğru giden bu çalışmaların en taze örneğini Gümüşhane'de öğretmenlik yapan (Harşit dergisinin de editörlerinden), sevgili dostumuz şair Niyazi Karabulut verdi. Karabulut'un, Gümüşhane Belediyesi Kültür Yayınları arasında çıkan "Yirmidokuzuncu Şehir" isimli eseri, eski ve yeni arasında sıkışmış şaşkın şehir insanını unutulanlar ve unutulmaması gerekenler penceresinden bakarak yansıtıyor. Şairliğinin verdiği usta anlatıcılığı ile büyük bir yükün altından ?kalkmayı başarmış görünen Niyazi Karabulut, tıpkı Tanpınar gibi düşünüyor ve "hayatımızda kaybolan şeyler"den söz ediyor bütün sayfaların satırları arasında... *** "Her şehir kendisini biraz gizler. Bir şehri tanımak isterseniz ansiklopedilere bakarsınız, kartpostallardan yararlanırsınız. Fakat, bunlar size bir şehrin biraz tarihini, biraz coğrafyasını vermekten öteye geçemez. Bir şehri tanımanın kestirme yolu o şehrin insanlarıyla, coğrafyasıyla iç içe olmanız, hüzünlerini sevinçlerini beraber yaşamanız gerekir" diyen Niyazi Karabulut, kitabına zaten "Hüzünler Şehri" başlıklı bölümle başlıyor. Şehir tarihi veya şehir kitabı denince neden akla hep "hüzün" gelir; ya da şehrin geçmişi neden hep "hüzün"le açıklanır, bunun üzerinde pek düşünmeyiz... Zaten böyle düşünmediğimiz için şehirleri ahlaksızca kirletip yok ederiz ve sonra da oturup, "bir zamanlar..." diye anlatmaya başlarız geçmişini... *** Gümüşhane'yi gezerken, "keşke bu kitabı okuyarak çıksaydım yola" diye hayıflandım önce ama bundan sonraki -inşallah- gezilerim için saklıyorum Karabulut'un satır aralarına sıkışan şehri yaşamayı... Kenarda bırakılmış -ama kesinlikle kendini korumayı başarmış-, tarihi ve kültürel zenginliği keşfedilmemiş medeniyetler kavşağı Gümüşhane'ye dair hemen her şeyi başarılı bir gözlem, araştırma, üslup ve örnek zenginliğiyle sunan sevgili dostumu, bu önemli eserinden dolayı tebrik etmekten başka bir şey gelmiyor şu anda elimden... Ne diyeyim; darısı henüz kitabı yazılmamış diğer şehirlerin başına...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.