Yoldaki engel

A -
A +

Bir kral, halkı için geniş bir yol yaptırmaya karar verdi. Ancak yapımı tamamlanan yolu halka açmadan önce, hatırlarda kalacak bir yarışma düzenlemek istiyordu. Dileyen herkesin bu yarışmaya katılabileceğini ve yoldan en iyi, en başarılı şekilde geçecek kişiyi belirleyeceğini ilan etti. Yarışma günü, insanlar akın akın sarayın civarına toplandılar. Bazıları en güzel arabalarını, bazıları elbiselerini getirmişti. Kadınlardan kimileri saçlarını en güzel biçimde yaptırmış, kimileri de yanlarında en güzel yiyeceklerini getirmişti. Gençlerden bazıları spor kıyafetler içinde yol boyunca koşmaya hazırlanıyordu. Nihayet, bütün gün insanlar daha önceden belirlenen yoldan geçtiler, fakat yolu kat edip tekrar kralın yanına döndüklerinde hepsi aynı şikayette bulundu: - Yolun bir yerinde büyükçe bir taş ve moloz yığını var ve bu moloz yığını yolculuğu zorlaştırıyor... Günün sonunda sadece yolculardan biri bitiş çizgisine gelebildi. Yorgun olduğu gözlerinden belliydi; üstelik üstü başı toz toprak içindeydi. Büyük bir saygıyla krala yönelerek, efendisine, içi altın dolu bir kese uzattı. Herkes şaşırmıştı. O konuştu: - Kralım, yolculuğum sırasında, yolu tıkayan, insanların yolculuk etmelerini zorlaştıran bir taş ve moloz yığını gördüm. Herkes rahat geçsin diye bu taş ve moloz yığınını kaldırmak için durdum. Yolu temizlerken, taşların altında da bu altınla dolu keseye rast geldim. Halktan kimsenin bu kadar altını olamayacağına göre, bu altınlar size ait olmalı... Kral, gülümseyerek cevap verdi: - O altınlar sana ait! - Hayır, benim değil. Benim hiçbir zaman bu kadar param olmadı, diyerek itiraz etti adam ama kral kararlıydı: - Evet, haklısın. Bu altınları sen kazandın, zira yarışmanın galibi sensin. Çünkü yoldan en güzel, en başarılı şekilde geçen kişi, ardından gelenler için yoldaki engelleri kaldıran kişidir... (Bu güzel 'mesel/ hikmet/ hikaye' için sevgili Aslı Sanlıtop'a çok teşekkür ediyorum.) Hayatımızı zorlaştıran ne varsa onlara talibiz çoğu zaman... Geçip giden zamana bakıp, gerideki başarılarımızı değerlendirmek, onlarla gurur duymak yerine, geleceğin belirsiz inat ve hırslarıyla boğuşuyoruz. Hep 'daha'nın peşinde koşarken, bugün, işgal ettiğimiz yerlerin değerini bilmiyoruz. 'Güzel insanların, güzel atlara binip gittiği' günlerin perişanlığı ile savrulup duruyoruz... En önemli dergilerin geçmişte çıktığını, en kaliteli kitapların geçmişte basıldığını, en iyi şiirlerin dün yazıldığını, en 'adam' gibi adamların dün yetiştiğini biliyor olmak, dünden kurguladığımız bugünün kısırlığına götürüyor bizi; çünkü bugün biz, kendimizin dahi farkında değiliz... Duvara dayandığımız anda vazgeçiyoruz her şeyden... Mesela; sevmekten, düşünmekten, konuşmaktan, yazmaktan, anlamaktan... İçimize doğru kararmaya başladığımız yerden umutsuzluk başlıyor, huysuzluk başlıyor, mutsuzluk başlıyor... "Dün dünde kaldı, yeni şeyler söylemek lazım" derken, "dün, dündür"ü kastetmiyordu âlim... Dün kurulanın üzerine yeni şeyler eklemek gerektiğini işaret ediyordu... Önce kendimize engel oluyoruz... Kendimizi engellediğimiz andan itibaren bizimle birlikte aynı kaderi yaşayan insanların başarılarına sınır koymuş, hatta önlerine duvar örmüş oluyoruz. Herkesin şiire, romana, sanata, musıkiye düşman olduğu bir dönemde, düşmanların işlerini kolaylaştırıyor; şaşkınlığımızla onları kendimize güldürüyoruz. Çünkü, yapılan yanlışları gelenek haline getirdiğimiz için ümidimizi yarınlara bırakıyoruz. Eğer böyle giderse yarının da, bugünün bir kopyası olacağını düşünmüyoruz... Güzel şeyler yapanları alkışlamıyoruz, çünkü kıskanıyoruz... Kafalarımızdaki 'iyi', sadece bize ait bir iyilik taşıyorsa önemli ve değerlidir. Başarı, şayet bizimse kayda değer... Böyle giderse nasıl bir varlık problemiyle karşılaşacağımız umurumuzda bile değildir. Her dönemde olduğu gibi reçeteler yazılır, ecza dolaplarından medet umulur, dev aynasında kaşımız, gözümüzle oyalanır dururuz. Mutlak başarıya, mutlak güzele ve mutlak doğruya giden yoldaki bütün engelleri hileyle geçeriz ve sonunda utanıp-sıkılmadan mükâfata lâyık olduğumuz vehmine kapılıp yedi düvele kendimizi ilân ederiz... Ötekileri; yani namusuyla, çalışkanlığıyla, adamlığıyla eser (muhtevası ne olursa olsun) ortaya koyanları da 'enayi' gibi görürüz... Yok öyle yağma!.. Yoldaki engelleri kaldırıp ardımızdan gelenlerin işini kolaylaştıramadığımız sürece ideal yarını kurmamız mümkün olmayacak... Yokluğumuzda, yerimizi doldurabilecek insanları yetiştiremediğimiz sürece de unutulup gideceğiz, tıpkı mezarlıkları dolduran milyarlar gibi... Öyleyse, her gün, her saat ve her dakika, attığımız adımların nereye basacağına dikkat edelim. Ola ki, bir muz kabuğuna basmaktan kurtarırız 'değerli' bedenimizi; ya da ardımızdan gelenleri... Var mısınız?..

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.