Maliyet azaltmada sıra dışı yöntemler

A -
A +

BANA GÖRE BUSINESS'IN TANIMI "Business" demek rekabet edebilme becerisi demektir; rekabet edebilmek ise rakiplerden farklılaşmaya bağlıdır Özel şirketlerin bir tane amacı vardır: Para kazanmak. Kârlı büyüme bunu izleyen bir hedeftir. Para kazanmak dediğimiz zaman bahsettiğimiz şey, şirketlerin "kâr denklemini" iyi yönetmesidir. Kâr denklemi ise şöyledir: Toplam Kâr=Toplam Gelir -Toplam Maliyet. Aslına bakarsanız, şirket yönetimi demek bu basit denklemi akıllıca yönetmekten başka bir şey değildir. Yani bir yandan "gelirimi nasıl artırırım" diye sorarken diğer yandan "maliyetlerimi sürekli olarak nasıl azaltırım" diye sorgulamak. İster inanın ister inanmayın, hepsi sadece bu. KENDİN YAP-DIŞARIDAN AL Geliri arttırmak konusunda aylardır bir sürü fikir veriyorum. Maliyetleri azaltmak konusunda da. Ama bugün anlatacağım maliyet azaltma yaklaşımı, Türk iç dünyasının zinhar aşina olmadığı bir yöntem. Oysa inanılmaz etkili maliyet tasarrufları sağlamanıza olanak verebiliyor. Bu yaklaşıma "Kendin yap-Dışarıdan al" sistematiği adı veriyoruz. İsterseniz bu hafta öncelikle bu maliyet azaltma yaklaşımının altında yatan mantığı anlatayım, önümüzdeki hafta ise bilfiil uygulamaya koyabileceğiniz pratik bir reçete vereyim. Şirketler her iş adımını kendi dükkânlarında gerçekleştirmek zorunda değiller. Bakın uzun yıllardır belli büyüklüğe erişen firmalar yemek ve temizlik hizmetlerini fasona veriyorlar, yani dışarıdan satın alıyorlar. Neden? Çünkü bunlar şirketin asli faaliyet alanları değil ve çünkü dışarıdan satın alınınca içeride yapmaya göre çok daha ucuza geliyorlar. Peki, şirket faaliyetlerimizden sadece yemek ve temizlik işlerini mi dışarıya verebiliriz? Başka faaliyet alanlarımızı da dışarı verip benzer şekilde tasarruf yapmamız mümkün olabilir mi? Evet, mümkün ve üstelik çok da akıllı bir yaklaşım olabilir. Ancak bu kararı verirken rastgele bir yaklaşım değil, sistemli bir metodoloji kullanmak zorundasınız. Benim burada size önereceğim metodoloji, danışmanlık yaptığım şirketlerde oldukça başarıyla uyguladığımız bir metodoloji. Dayandığı nokta ise farklılaşma. Hatırlayın, bu sayfada hep şunu vurguluyorum: Business demek rekabet edebilme becerisi demektir; rekabet edebilmek ise rakiplerden farklılaşmaya bağlıdır. ZİNCİRİ OLUŞTURMAK ŞART! "Satın al-Kendin yap" metodolojisi şöyle işliyor. Bir kez her şirket mevcut veya yeni iş modeliyle ilgili değer zincirini oluşturmak zorunda. Şimdi diyeceksiniz ki; "Hocam, nereden çıktı bu değer zinciri Allah aşkına?" Anlatayım... Değer zinciri, bir ürün veya hizmetin üretimi için ilk kaynak tedarikinden başlayıp satış sonrası müşteri hizmetlerine kadar geçen tüm farklı etkinliklerin birleşimine verilen isim. En basit anlamda bir değer zinciri iki kısımdan oluşuyor. Birinci kısım bir şeyleri 'yapmak' için şirketinizde yerine getirmeniz gerekli olan tüm etkinlikleri içeriyor: Tasarlamak, ham maddeleri tedarik etmek, imalat gibi. Zincirin ikinci kısmı ise bu yapılan şeyleri 'satmak' ile ilgili etkinliklerden oluşuyor: Müşterileri bulmak, onlara ulaşmak, satışı gerçekleştirmek, ürünün dağıtımını yapmak veya hizmeti yerine getirmek gibi. Şekilde çok basit bir değer zinciri görüyorsunuz. Şimdi isterseniz öncelikle bu değer zinciri konusunun ne olduğunu biraz daha detaylı örnekleyeyim. DELL COMPUTERS DEĞER ZİNCİRİ Önemli işleri kendiniz yapınangaryayı ise fasona verin! Değer zincirinin sizi rekabete göre farklılaştıracak olan aşamalarını içeride yapın, tüm rekabetin de en az sizin kadar iyi olduğu değer zinciri aşamalarını ise mümkün olduğunca dışarıya verin. Michael Dell, Dell Computers şirketini tamamen farklı bir iş modeli üzerine inşa etmiş ve şirketini sektörün bir dönem dünyadaki en kârlı şirketi haline getirebilmiş olan bir girişimci. Dell şirketinin iş modeli 'doğrudan pazarlamaya' dayalı. Bu modelin özelliği, değer zincirindeki geleneksel etkinliklere bazı çok önemli farklılaşmalar getirmiş olması. Örneğin müşteriler kendi istedikleri özellikleri içeren siparişlerini telefonla (ileri yıllarda internet yoluyla) firmaya geçiyorlar, bunun ardından Dell bu özel istek PC'leri kısa zamanda üretip, biten ürünü müşterilerin adresine doğrudan teslim ediyor. Bu, Dell firmasının kendine özgü işletme 'öyküsü', yani iş modeli. MÜŞTERİNİN AYAĞINA GİTTİ Aynı zamanda bu bir innovasyon, zira geleneksel olarak PC sektöründe sipariş üzerine bilgisayar üretme geleneği yoktu; PC'ler sadece perakende mağazalarında satılır ve evlere teslim edilmezdi. Ayrıca bilgisayarlar standart özelliklerde imal edilirlerdi. Dell şirketi değer zincirinin bu önemli aşamalarında müşteriler için çok ciddi bir 'değer' ifade edebilecek farklılaşmalar yapmak suretiyle uzun yıllar dünyanın en başarılı PC firması olma unvanını elde edebildi. Dell iş modelinin en çarpıcı unsurlarından biri, bilgisayarları kendisi üretmek yerine, çok sistemli çalışan küresel bir tedarik zinciri içerisinde büyük ölçüde "outsource" etmiş olmasıydı. Thomas Friedman, 'Dünya Düzdür' isimli kitabında bu küresel tedarik zincirinin çok etkileyici öyküsünü ayrıntılı bir şekilde anlatıyor. Şimdi, Dell kadar ileriye gitmeseniz bile sizin de öncelikle yapmanız gereken ilk şey, mevcut işiniz için en çarpıcı, en verimli ve en kârlı değer zincirini tasarlamak ve tanımlamak olmalı. "Bir ürün ya da hizmetin üretilmesinde tedarik noktasından satış sonrası hizmete kadar gerçekleşmesi gereken tüm etkinlik aşamaları olarak" tanımladığımız değer zincirinin bu farklı aşamalarından her birisinin de kendi içinde bir değer zinciri olabilir. Örneğin imalat, değer zincirinin bir aşamasıdır. Ancak imalat aşamasında da değer, arka arkaya bir dizi etkinlik ve komponentin bir araya gelmesi suretiyle yaratılır. Örneğin bir otomobili üretebilmek, kabaca, önce yassı çeliğin preslenerek kaporta için şekil verilmesi, ardından şasi üzerine monte edilmesi, motorun takılması, araç-içi aksamlarının yerleştirilmesi, tekerleklerin montajı, boya vb. gibi bir dizi etkinlik ve komponentin arka arkaya montajı ile mümkündür. Sizin de kendi şirketinizin değer zincirini önce bu detayda, sonra da her bir genel zincir halkasını alt ayrıntılarıyla birlikte daha ince ayar tanımlamanız lazım. REKABET SİZDE KALSIN Bir kez değer zincirinin resmi çıkarılıp zincir halkalarının adları konduktan sonra sıra, bu halkalardan hangisini içeride yapacağınız hangilerini dışarıya vereceğiniz konusuna geliyor. Bu kararı verirken, yönetim teorisinin şu çok önemli kuralını temel alıyorsunuz: Değer zincirinin sizi rekabete göre farklılaştıracak olan aşamalarını içeride yapın, tüm rekabetin de en az sizin kadar iyi olduğu değer zinciri aşamalarını mümkün olduğunca dışarı verin. Bunun sebebi basit: Rekabetin temelinde farklılaşma yatar. Sizi farklılaştırmayacak olan her bir değer zinciri aşaması, eğer sistemin işlemesi açısından çok gerekli değilse, şirketinize ekstra genel gider, ekstra risk, ekstra maliyet ve ekstra esneksizlik getirir. O nedenle de bu aşamalar arasında size en az farklılaşma getirecek olan değer zinciri adımlarını dışarıya çıkarmak, yani fasona vermek (outsource etmek) çok akıllı bir yöntemdir. HAFTAYA: BALIK TUTMAYI ÖĞRETECEĞİM Peki, bunu nasıl yapacaksınız? Eğer konu ilginizi çektiyse önümüzdeki haftaya kadar bekleyeceksiniz. Haftaya, "Hangi şirket etkinliklerinizi dışarı çıkartmak suretiyle hem maliyet tasarrufu yapar, hem de daha çevik bir şirket olursunuz?" konusunu ele alan ve adım adım detayları verilen bir reçete sunacağım. Maliyetlerini azaltmaya meraklı okurlarımı beklerim... Sağlık Bakanlığına mektubumdur Bir gazete yazarının kişisel sorunlarını gazeteye taşımasına kökten karşı olan biriyim. Ayrıca gazete yazarı hangi konunun uzmanıysa bence sadece o konu üzerine yazmalı ve her mesele üzerine kalem oynatmamalıdır. Ama bugün yazar olarak ilk kez değineceğim konu sadece benim değil, binlerce vatandaşımızın canını iliklerine kadar acıtan ve onların yaşam haklarının ellerinden gitmesiyle ilgili bir konu. O yüzden affınıza sığınarak bu konuya değinmek zorundayım diye düşündüm. Ben üç yıldır, adına 'nazofarenks' kanseri denilen geniz kanseri türüyle mücadele ediyorum. Kolay bir mücadele değil. Ama Allah'ın desteğiyle, metastaza rağmen, çok şükür hastalığı kontrol altında tutabiliyoruz. Nazofarenks denilen kanser türü, gırtlak, dil, beyin, lenf kanserleri gibi baş ve boyun bölgelerindeki dokularda oluşan kanserlerden yalnızca bir tanesi. Bu bölgedeki kanserlere verilen genel isim "baş-boyun" kanseri. Bu illet hastalık vücudun doku olan her yerinde ortaya çıkabiliyor. Ama bazı bölgelerde çok daha yaygın olarak rastlanıyor. Mesela kolon, akciğer, kadınlarda göğüs gibi. Bu yaygın tümörlerin nasıl tedavi edileceklerine dair neredeyse oturmuş protokol kuralları var. GELİŞEN TIBBA AYAK UYDURMAK Ama ne var ki tıp bilimi yerinde durmuyor, sürekli ilerlemeler kaydediyor. Özellikle de son yıllarda adına sistemik ilaçlar denilen biyolojik ilaçlar çıkmaya başladı. Bunlar çok etkili, ama o ölçüde pahalı ilaçlar. Bu yeni ilaçlar, çok yeni olduklarından, hangi alanlarda etkili olacaklarına dair bilimsel veriler çok hızlı bir şekilde değişiyor. Örneğin Erbitux (Cetuximab) isimli çok başarılı sistemik yeni bir ilaç var. Bu ilaç ilk olarak kolon kanserleri için geliştirilmiş ve literatüre 5 sene önce bu özelliğiyle girmiş. Ancak farklı deneyler ve yaygın uygulamalar, Cetixumab adlı ilacın "baş-boyun" kanserlerinde de en az kolon kanseri kadar, hatta çok daha etkili olduğunu göstermiş. Bunun üzerine tüm dünyadaki baş-boyun tedavi protokollerine Cetixumab ilacı rutin olarak eklenmeye başlamış. BİLİM KURULUNUN İNSAFINA BIRAKILDIK Ama SGK'da öyle değil. Bizde SGK'nın hangi ilaçların ödemesini karşılayacağını Sağlık Bakanlığının İlaç Genel Müdürlüğü belirliyor. Bu makama bağlı olarak çalışan Bilim Kurulu, ısrarla Cetixumab ilacının baş-boyun hastalıklarında kullanılamayacağı konusunda tavizsiz bir şekilde tavır alıyor. Bunun sonucunda da ilacın parasını hasta vatandaşa ısrarla ödemiyor. İlacın haftalık tüketim tutarı 1.250 euro. Yani 2.500 TL. Ben Allah'ın desteği ve bu ilacın faydası sayesinde hayatta kalabiliyorum, tümörlerdeki bu ilaç sayesinde elde ettiğimiz gerilemeleri Bakanlığa belgeleyip gönderiyorum, ama kapı duvar: "Cetixumab baş-boyun hastalarına verilmeyecek!" Ama beni ve binlerce benzer hastayı ayakta tutan o. Üstelik dağ gibi de yeni bilimsel literatür var. Fark etmez. Bilim Kurulu öyle dedi ya, ya bu parayı vereceksin ya da ölüp gideceksin! PARASI OLMAYAN ÖLSÜN MÜ? Bu tedaviyi almak için bizim gibi emeğiyle çalışanlar ancak ve ancak aile yardımı almak veya mülk satmak zorundalar. Peki ya bizden çok daha düşük gelirliler ve mülkü olmayanlar ne yapacak? Allah muhafaza, olur da yaşamaya devam edersek, bu paraları her yıl bir yerlerden bulup ödemek zorunda kalacağız. Sağolsun Bilim Kurulu, bize iki seçenek bırakıyor: "Kırk katır veya kırk satır." Bu mektubun pek bir işe yaramayacağını biliyorum, ama yine de en iyi niyetimle ricamı iletiyorum: "Bilim tarafından tedavideki etkinliği çoktan ispatlanmış olan bu ilacı, sırf bütçe tasarrufu amacıyla en eski literatüre dayanarak ödememe politikasına lütfen son verin. Kanser zaten insan üzerinde çok ezici etkileri olan bir hastalık. Bir de lütfen siz ezmeyin!"

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.