KKTC seçimlerinin Kıbrıs'ta çözüme muhtemel etkileri

A -
A +
KKTC seçimlerinin Kıbrıs'ta çözüme muhtemel etkileri

UBP lideri Eroğlu, seçim zaferini Lefkoşa İnönü Meydanı'nda düzenlenen "İktidar Şöleni" ile kutlamıştı. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nde 19 Nisan Pazar günü yapılan ve eski başbakanlardan Derviş Eroğlu liderliğindeki Ulusal Birlik Partisi'nin (UBP) tartışmasız zaferiyle sonuçlanan genel seçimin, Türk Dış Politikası açısından ciddiyetle mercek altına yatırılması gerekir. Her şeyden evvel, Türkiye-Avrupa Birliği (AB) ilişkilerinde işlerin yolunda gittiği ve Türkiye'nin müzakerelere başladığı 2005 yılıyla bugünü karşılaştırdığımızda Ada'daki seçmenin AB'ye olan inancında derin bir sarsıntının ortaya çıktığını görmekteyiz. UBP, KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat'ın önceki dönemlerde liderliğini yaptığı Cumhuriyetçi Türk Partisi'nin (CTP) benimsemiş olduğu Rumlarla görüşmek suretiyle iki kesimli bir birleşik Kıbrıs formülünden son derece farklı bir görüşü dile getirerek %44.04 oy aldı. UBP, KKTC'nin 1983'te kurulmuş bağımsız bir devlet olduğunu, Kıbrıslı Rumlar ve AB kabul etmese de, bu bağımsızlığın korunması gerektiğini savunuyor. UBP'ye göre, "Ada'da yan yana bağımsız iki devlet var ve bu iki devlet de bağımsızlıklarını korumalı." ZAFERİ GETİREN İKİ ÖNEMLİ FAKTÖR UBP'nin dile getirdiği bu görüşün KKTC seçmeninin neredeyse yarısının desteğini almasının arkasında çok önemli iki sebep yatıyor: Birincisi, dönemin Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan'ın ortaya attığı ve KKTC halkının, tereddütlerle de olsa desteklediği, çözüm planını büyük bir çoğunlukla reddeden Kıbrıs Rum Kesimi'nin, 1 Mayıs 2004'te AB'ye tam üye olarak alınması. Çözüme "hayır" diyen Rumların AB tarafından taltif edilmesinin yol açtığı hayal kırıklığı bir yana, Rum Kesiminin AB'ye üye olmasıyla birlikte, Türklere verilen "izolasyonların kaldırılacağı" sözünün unutulması da, Ada'da AB'ye olan tepkinin artmasına sebep oluyordu. İşte bu kızgınlık ve tepki, AB'ye hâlâ sempatiyle bakan ve Cumhurbaşkanı Talat'ın Rumlarla yürüttüğü doğrudan görüşmeleri ön şartsız destekleyen CTP'nin erimesine, baştan beri Annan Planı'na karşı çıkan ve AB'yi "çifte standart" uygulamakla itham eden UBP'nin de güç kazanmasına yol açtı. İkincisi, Kosova'nın bağımsızlığıdır. Eski Yugoslavya'nın bir parçasıyken, Miloseviç'in etnik temizlik kampanyasına karşı NATO'nun 1999'da yürüttüğü harekâtın ardından, önce özel bir statü altına sokulan ve Mart 2008'de de bağımsızlığını ilan eden Kosova'ya ilişkin olarak gerçekleşen süreç Kıbrıs Türk seçmeninin gözünden kaçmamış gibi gözüküyor. Zira KKTC, tam da Kosova'dakine benzer bir gelişmeler dizisi neticesinde bağımsız olmamış mıydı? EOKA'cı Rumların etnik temizlik ve sistematik baskı politikalarına karşı, Türkiye 1974'te Barış Harekâtı'nı gerçekleştirmiş, bundan sonra Rumlarla bir arada yaşamaları mümkün olmayan Kıbrıs Türk halkı da kendi hür iradeleriyle 1983'te bağımsızlıklarını ilan etmişti. Bu ne yaman bir çelişkidir ki, birbiriyle tamamen örtüşen bu iki olaydan Kosova'yla ilgili olarak, bu yeni ülkenin bağımsızlığını tanıma ve destekleme politikası izleyen ABD ve çok sayıda AB ülkesi, 25 seneden fazladır bağımsız olan KKTC'nin bağımsızlığını tanımıyor ve bu ülkenin güçsüz kalmasına yol açan her türlü engeli diri tutuyor. AB'nin Kosova politikası da, Kıbrıs Türkünde büyük bir güven bunalımına yol açtı. Kuşkusuz seçimin, iktidarın hezimetiyle sonuçlanmasına sebep olan başka unsurlar da var. Bunların başında, CTP'nin iktidara gelirken UBP'ye karşı kullandığı, "yolsuzluk, kayırmacılık ve partizanlık" gibi iddiaların bu kez CTP'ye karşı kullanılması geliyor. Diğer yandan, Ekim 2008'den beri yaşanmakta olan küresel ekonomik kriz, zaten zor durumda ve büyük ölçüde Türk ekonomisine bağımlı olan KKTC ekonomisini sarsmış durumda. 2002-2005 yılları arasında Kıbrıs sorununun çözüleceğine ilişkin beklentinin yüksek olduğu dönemde %12-14 aralığında büyüyen KKTC ekonomisi, söz konusu beklentinin azalmasıyla birlikte dinamizmini yitirmeye başlamıştı. Küresel krizle birlikte, piyasada baş gösteren nakit sıkıntısı, Ada ekonomisinin kronik sıkıntılarından olan mali disiplinden mahrum bütçe yapısı, sosyal güvenlik açıkları, düşük kapasite kullanımı, sübvansiyona dayalı verimsiz tarım üretimi ile bir araya geldiğinde, ekonomik sıkıntı sokakta hissedilir düzeylere ulaştı. Bu da seçmenin iktidara olan desteğinin azalmasına yol açtı. Her ne kadar Kıbrıs sorununun çözümüyle ilgili görüşmeleri yürütme yetkisi münhasıran Cumhurbaşkanı Talat'ta ise de, Meclis'te kendisini destekleyecek bir siyasi güce sahip olmayan Talat'ın, bu seçim sonuçlarından sonra daha temkinli adımlar atmaya yöneleceği düşünülebilir. Hele Meclis'te çoğunluğa sahip UBP, "birleşik Kıbrıs" yaklaşımına tamamen karşı çıkıyorken, Talat'ın bu hedefe yönelmiş açılımlar yapmasının mümkün olamayacağı ortadadır. Dolayısıyla, UBP'nin iktidara gelişi, Kıbrıs'ta sürdürülen toplumlararası görüşmelerin seyrini doğrudan etkileyecektir. RUM TARAFINDA SON DURUM Unutmamamız gereken bir husus, aslında Kıbrıs Rum Kesimi lideri Hristofyas'ın da zaten güçlü bir halk desteğinden mahrum olarak bu görüşmeleri sürdürdüğü gerçeğidir. Nitekim, Annan Planı'nın Rumlar tarafından reddedildiği 2003 yılından bugüne gerek BM, gerek AB merkezli araştırma kuruluşları tarafından yaptırılan anketlerin tamamında, Rumların "iki kesimli devlet" modeline en az %65 oranında karşı çıktıkları görülmektedir. Bu anketlere göre Rumlar, Türklerin azınlık haklarına sahip olabilecekleri yani Rumlarla eşit olmayacakları, "üniter devleti" birinci tercihleri olarak öne çıkarmakta, konfederasyona soğuk yaklaşmaktadırlar. Rumların %63'ü Talat-Hristofyas görüşmelerinden bir sonuç çıkmayacağına inanmaktadırlar. Böyle bir ortamda, mevcut görüşmelerin Türk ve Rum halklarını tatmin edebilecek bir çözümü ortaya çıkarması yakın bir ihtimal değildir. Türkiye'nin, UBP'nin iktidara geldiği yeni dönemde çözüm görüşmelerine dair herhangi bir tutum değişikliğine gidip gitmeyeceğini yakında göreceğiz. Ama ne Kıbrıslı Türkler, ne de Kıbrıslı Rumlar birleşmek isterlerken, Ankara'nın mevcut, birleşme yanlısı iyimser yaklaşımının kısa vadede bir çözümü kolaylaştıracak kadar etkili olamayacağı da ortadadır.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.