*Sokrates, “Mesut olmak istiyorsan evlen ya da evlenme. Her iki halde de pişman olursun” demiştir. Ama onun gibi aykırı birinin evlenip de mesut olması zaten beklenmez.
Evlenmemiş hanımlardan işitilmeyen bu tabir bilhassa evli erkekler arasında yıllardır keyifle, bazen evlilikten kaçınmanın kibar bir bahanesi, kimi zaman da savunma mekanizması olarak tekrarlanır. Kadın dırıltısından, çocuk zırıltısından kurtulmak; kimseyi idare etmek mecburiyetinde olmamak; istediğini yapabilmek… Bekârlık, tek kelimeyle “eşsiz”dir.
Bekârlık hakikaten sultanlık mıdır, yoksa sadece hayal mi? Bekârlık sultanlıksa, bu sultanlık nasıl bir tahtta oturur? Yalnızlıkla sarmaş dolaş bir hürriyet mi, yoksa çoraplarını bile kendi yıkayan bir hükümdarlık mı?
“Sultan” kelimesi bir hükümdarı hatıra getirir. Ama birçok hükümdarın çok eşli olması, tabirin ironisini güçlendirir. Hakikatte bekâr sultan azdır; ama tabirin aslı buradan gelmiyor. Asıl çıkış noktası, bekâr erkeğin “tek başına hüküm süren bir kral” gibi hareket etme hürriyetidir.
Seneler evvel Rusya’da iken bir yere gitmek icap etmişti. Azerbaycanlı arkadaşım Muhtar, “Bir bekâr taksi bulalım” dedi. Mana veremedim. Herhalde bekâr taksi daha ucuza çalışıyor veya daha fazla bulunuyor diye içimden geçirdim. Meğerse boş demekmiş. Farsça, kâr, iş demektir; be ise menfi yapar.
Bekâr, Arapça erken manasına bikr kelimesinden gelir. Evlenmemiş erkek için kullanılır. Dedem bekârlar için, “Ne bekârı, bîkâr, bîkâr!” (kârsız, işsiz) derdi. “Bekâra ev vermiyorlar, bekâra iş vermiyorlar” deyince, “Bana sorsanız kız da vermemeli” diye latife yapardı.
Filozof Sinoplu Diogenes’e göre evlenmek insanın hürriyetine zincir vurması demektir. Stoacılar hislerin kölesi olmamayı müdafaa ederler. Bekâr kalmak buna bir vasıta olabilir. Sokrates, evlenmiştir, ama hayal kırıklığına uğramıştır. Bu sebeple, “Mesut olmak istiyorsan evlen ya da evlenme. Her iki halde de pişman olursun” demiştir. Mamafih Sokrates gibi aykırı birinin evlenip mesut olması da kolay değildir.
Aristoteles ve Konfüçyüs için aile cemiyetin temelidir. Bekârlık, sosyal mesuliyetlerden kaçınmaktır. Evlilik hem şahsi tekâmül hem de sosyal ahenk için lüzumludur. Hegel’e göre aile, ferdin hürriyetini gerçekleştirdiği ilk safhadır. Bekârlık, bu safhayı tamamlamamış olmak demektir.
Kant evlenmemişti. Düzenli ve disiplinli hayatı sever, hissi bağlılıkların felsefi üretkenliği bozabileceğini düşünürdü. Arthur Schopenhauer, kadın düşmanıydı. Evliliği, insanların tutkularına boyun eğmesi olarak görür. Ona göre evlilik, tabiatın insanları kandırarak türün devamını temin etmesidir. “Evlenmek, haklarını ikiye bölüp vazifelerini iki katına çıkarmaktır” demiştir. Hiç evlenmeyen Friedrich Nietzsche, evliliği ferdin gücünü sınırlayan bir hal olarak görür.
Bekârlık ya da evlilik, felsefi bir seçim haline geldiğinde, insan tabiatına, ahlaka, hürriyete ve sosyal münasebetlere dair daha geniş fikirlerle irtibatlıdır. Kimileri evliliği bir sınırlama olarak görüp bekâr kalmayı yüceltirken, kimileri de sosyal ya da ahlaki vecibeler sebebiyle evliliği müdafaa eder.
XVIII. asırda Avrupa’da kibar erkekler arasında kadın ve evlilik aleyhtarı bir cereyan başlamış, bilhassa kadınlardan vefa görmeyen erkekler, Kırık Kalbler Kulübü denebilecek kulüpler kurmuşlardır. Bir araya gelip erkekçe hobilerle zaman geçirmiş, evlilik, aşk ve kadınları hayatlarından silmişlerdir. Ama bu moda da uzun soluklu olmamıştır.
Roma İmparatoru Augustus, ahlaki çöküşü engellemek üzere evlenmeyi devlet politikası hâline getirmişti. Muayyen yaşa kadar evlenmeyen erkek ve kadınlara miras hakkı kaybı gibi cezalar getirildi. Evli ve çocuklu olanlara vergi tenzilatı ve siyasi imtiyazlar tanındı. Evlenmeyenler, evlilikten kaçındıkları için “ahlaki suçlu” sayıldı. Ancak kısmen muvaffak olabildi.
XVII-XIX asırlar arasında Japonya’da hüküm süren Tokugawa Şogunluğu evliliği sıkı desteklemiştir. Bazı sınıflarda, mesela samuraylar arasında muayyen yaşa kadar evlenmek sosyal bir mecburiyetti. Evlenmeyen erkek ailenin reisi olamaz, yerine başka bir akraba geçebilir, bu da dışlanmaya sebebiyet verirdi.
Çin’de bir erkek evlenmezse atalarına hürmetsizlik etmiş sayılırdı. Çünkü soyun devamı asli vazifeydi. Devlet adamları bekârsa terfi alamaz veya cezalandırılırdı.
Naziler, Alman soyunun saf kalması ve artması için evliliği teşvik ederdi. Bekârlık kötü görülür; evlenenlere evlilik kredisi tahsis edilirdi. Bekârlar işten çıkarılır, evlenmeyenler aşağı sınıf gibi gösterilirdi. Evlenip çocuk doğuran kadınlara Mutterkreuz = Anne Haçı madalyası verilirdi.
Stalin devrinde nüfusun düşüşü mesele olduğundan, bekârlık hoş karşılanmazdı. Çocuk sahibi olmak mükafatlandırılırdı. Anneler Kahramanı madalyaları ihdas edildi.
İran’da da ihtilalden sonra bekârlar devlet gözünde eksik kabul edilmiş, 2000’lerden sonra devlet evlilik kredisi vermeye başlamıştır.
İslâmiyette evlilik teşvik edilir, evlenen, dinin yarısını tamamlamış sayılır. Osmanlı cemiyetinde evlenme çağına gelip evlenmemiş erkeğe şüphe ile bakılırdı.
Osmanlılar zamanında İstanbul’a çalışmaya gelen bekâr erkekler için tedbirler alınmıştır. Bunlar muayyen mahallere yerleştirilirdi. Tulumbacılar ekseri bunlardandı. Kaldıkları bekâr odaları, sıkı kontrol altında tutulurdu. Yine de çok zaman nerde münasebetsiz bir iş olsa haklı haksız bunlardan bilinirdi. Çamaşırlarını çamaşırhanelerde yıkatırlardı. Son zamanlarda bekâr odalarının yerini oteller aldı.
Yeniçeriler, XVII. asra kadar muayyen yaşa veya rütbeye gelinceye kadar bekâr kalmak ve kışlalarda yaşamakla mükellefti. Bu ise insan tabiatine aykırı olduğundan, yeniçeriler, sıkı bir terbiyeyle otokontrole alıştırılmıştır. Nitekim iradeli insanlar cinsi perhizden müteessir olmazlar.
Fakir gençlerin evlenmesine yardım etmek maksadıyla çeyiz vakıfları kurulmuştur. Kızlara çeyiz, damatlara ev ya da eşya temin ederdi.
Sultan Vahîdeddin tahta çıkar çıkmaz, harb sebebiyle kaybedilen nüfusun kazanılması için bir seri teşvik politikasını tatbikata soktu. Doğacak ilk çocuğa erkekse Padişah’ın oğlunun ismi olan Ertuğrul, kızsa Sabiha ismi verilecek ve birer altın takılacaktır. Evlenecek dul kadınlara para verilecektir.
Eskiden kibar dilde evlilere müteehhil, bekârlara mücerred denirdi. Osmanlılarda geliri veya toprağı olan bekâr erkeklerden mücerred resmi, evlilerden bennâk resmi alınırdı. Bekârdan daha fazla vergi alınmazdı. Hatta bennâk, o toprağı ailesi ile işleyeceğinden bekâra göre daha az emek sarfeder, daha fazla vergi öderdi.
Cumhuriyet devrinde evliliği teşvik için 1920-1944 arasında 6 defa bekârlık vergisi teklifi meclise gelmiş, ancak kabul görmemiştir.
Evlenmek, insanı birtakım mesuliyetlerin altına soktuğu için, hassasiyeti yüksek insanlar, bunları yerine getirememekten korkmuş ve evlenmemiştir. Nitekim Peygamber aleyhisselam, “Kişiye, kocalığın hakkını verememek günah olarak yeter” buyurdu.
Kur’an-ı kerimde, “Kendinizi ve ailenizi ateşten koruyunuz” buyuruyor (Tahrîm 6). İşte bu yüzdendir ki, Resulullah, “İki yüz senesinden sonra, insanların iyisi, hafifü’l-hâz olanlardır” buyurdu. Hafîfü’l-hâz nedir diye sorulduğunda, “Çoluk çocuğu olmayandır” buyurdu. Bir başka sefer de, “Öyle bir zaman gelir ki, insanın helâki eşinin, ana-babasının ve çocuğunun elinden olur. Onu fakirlikle ayıplar, gücünün yetmediği tekliflerde bulunurlar. Böylece o da gayrı meşru yollara sapar ve helâk olur.”
İlk devir İslam alimlerinden Süfyan-ı Sevrî yukarıda hadis-i şerifleri işitince, “Evlenen kimse denizin üstünde gibidir. Çocuğu olduğunda denize düşer. Sermayesi hafıza, fikir ve kalb olan ilim talipleri, bekârlığa dayanabilirse, evlenmesin” demiştir.
Bişr Hafî’ye “Niye evlenmiyorsun?” diye sordular. “Öyle nefsim var ki, önce, onu boşamağa uğraşıyorum. Ona başkasını nasıl ekleyebilirim?” buyurdu. Ama Bişr Hafî, bir başka zaman da, “Ahmed ibn Hanbel’deki üç fazilet bende yoktur, bunlardan biri de evli olmasıdır. O kendisi ve ailesi için helali gözetir, bense, yalnız kendim için dikkat ederim” demiştir. Hatta kendisini öldükten sonra rüyada görmüşler, “Evlilerin eriştiği manevi dereceye erişemedim” demiştir.
Kur’an-ı kerimde Yahya Aleyhisselam seyyid ve hasur diye vasfedilir ki, hasur, maddi imkânı olduğu halde, manevi sebeple evlenmeyen diye tefsir edilmiştir. Hristiyanlar İsa aleyhisselamı, biraz da atfettikleri uluhiyete halel gelmesin diye, bekâr olarak vasıflandırır, ama elde buna dair vesika yoktur. Yahudi cemiyetinde o yaşa gelmiş bir din adamının bekâr kalması pek akıl kârı değildir.
Tahir Mevlevî, cemiyetin bozukluğu sebebiyle bekârlığı öven bir Manzumesinde şöyle der:
Evlenen bahre düşer, evlad olursa gark olur
Sen kenar-ı bahri tut, evlenme sultanlık budur.
Tut ki kazara evlendin, sabredip artık otur
Bir beladır başında, sus söylenme insanlık budur.
Son devir şeyhülislam vekili Zahid el-Kevseri’nin talebesi olup Hicaz’da tanıdığım Abdülfettah Ebu Gudde merhumun yazdığı el-Ulemau’l-Uzzâb ellezîne Âsere’l-İlme ale’z-Zevac (İlmi Evliliğe Tercih Eden Bekâr Alimler) isimli eserinde 22 bekâr âlimden bahsedilir. Nevevî, İbrahim bin Edhem, Ebu Süleyman Dârânî, Bişr Hafî, Ebu’l-Hüseyn Nuri, Ahmed Bedevî, Bayezid Bistamî, İbn Teymiyye bunlardandır.
Meşhur adamlardan filozof Farabi, seyyah Evliya Çelebi, denizci Oruç Reis evlenmediği gibi, son maarif nazırlarından Emrullah Efendi ile siyer ve Mesnevi mütehassısı Tahir Mevlevî evlenmemiştir. Son zamanlarda Said Nursi, Seyyid Kutub, Hamidullah gibi bazı İslamcı aktivistler de evlenmemiş, davalarıyla evli diye vasıflandırılmışlardır.
Bekâr âlimleri hiç kadın görmemiş zannetmemelidir. Mesele evlilik mesuliyeti altına girmektedir. Yoksa eskiden erkeklerin cariyesi olması ve onunla zevciyet münasebeti yaşaması meşru idi. Nitekim Nevevi, “Lî Belâğan ve lî belâğ” (Benim Belâğ ismindeki cariyem bana kafidir) demiştir.
Mevlânâ’ya bir derviş, neden evlendiğini sormuş. Mevlânâ, “Ben nefsiyle cihad eden bir muharibim. Zevcem de bu muharebede bana zırh olmaktadır.” Hakikaten evlilik, erkek için çoğu zaman bir denge, bir terbiye ve bir tekâmül vesilesidir. Evlilik olmadan sultanlık da saltanat da bir yere kadardır.
Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci'nin önceki yazıları...