7
Haziran seçimleri sonrası ortaya çıkan bugün de geçerliliğini
yitirmeyen tablo açıkça ortaya koymaktadır ki; muhalefet partileri ne
tek başına ne koalisyonla hükümet seçeneği üretemedikleri gibi AK
Partiye yönelik koalisyon yaklaşımları da sahici ve samimi olamamıştır.
Bilhassa
bazı iç ve dış sermaye çevrelerinin çok istedikleri AK Parti-CHP
koalisyonu için; 13 yıllık AK Parti iktidarının yaptığı her şeyi
restorasyona muhtaç kabul edip, arzulanan koalisyon hükümetini "restorasyon hükümeti"
olarak nitelemek, uzlaşma zeminine dayalı bir koalisyon çabası değildi.
Esasen uzlaşmanın olması da pek mümkün değildi. Özellikle dış politika
stratejisinde AK Partinin CHP ile bırakınız sınırlı benzerlikleri taban
tabana zıtlıklar içerdiğini tespit etmek gerekiyor.
Âdeta
dayatılan koalisyonla; Türkiye'nin Batıdan gayri hiçbir coğrafi alanla
yakından ilgilenmemesi arzulanan, yeniden medeniyet havzasını ve onların
mazlum halklarına sırtını dönen, tüm bölge ve bölge dışı büyük
güçlerin cirit attığı, ilgisini eksiltmediği Orta Doğu'ya "bataklık"
diyerek önemsisleştiren, adaletten yoksun, esasen çökmüş uluslararası
sistemi sorgulamaktan vazgeçen, olana boyun eğen, dünyanın beşten büyük
olduğunu hatırlatan Türkiye'yi öz güvenini yeniden yitirmiş, tıpkı Soğuk
Savaş dönemindeki gibi merkez ülke yerine başkalarının kanat ülkesi
haline getiren bir ajanda ortaya çıkmıştır.
Bugün de çaba bu
yöndedir. Bu çabanın eksilmeyen vazgeçilmez amacı Cumhurbaşkanı Erdoğan
karşıtlığıdır. Onunla sorunları ve ona yönelik kaygıları, korkuları
büyüktür. Bu sorunun, kaygının, korkunun başlangıcı; Davos'ta "one minute"
çıkışıdır. O günden bugüne hiçbir şey eskisi gibi olmamıştır. Saflar
değişmiş, geçmişte destek olanlar karşıt safa geçmiş, dışarının uzantısı
ülkesine ve milletine yabancılaşmış devşirme tüm aktörler ve iradesi
dışarıya bağlı tüm örgütlü yapılar aynı safta buluşmuş, yerli ve
millî olana kaygı ve korkuyla, kin ve nefretle yaklaşmaya başlamıştır.
Aslında
bu çevreler dardır ama ellerindeki imkânları kullanarak etkindirler.
Aslında etkindiler demek daha doğru. İş çevrelerinde, medyada
ağırlıklarıyla geçmiş konumlarının özlemi içindeler. Geçmişte siyaset
dışı her denklemi, çıkarlarının korunması adına seferber eden bu yapı,
zayıf, ürkek, dışa bağımlı hükümetlerin yönlendiricisi durumundaydılar.
IMF memurlarıyla kol kola girerek ülkenin vesayet altında yaşamasının ve
böylece ülke ve millet çıkarlarının önüne koydukları kendi çıkarlarının
kalıcılaşmasının çabasındaydılar.
Ülkesinin ve milletinin
makro çıkarlarıyla kendilerinin mikro çıkarlarını bütünleştirmek
yerine, küresel efendilerinin makro çıkarıyla kendi mikro çıkarlarını
örtüştürerek varlıklarını sürdürmenin gayretindeydiler. Kurdukları bu
düzen, son yıllarda sarsıldı. Ülke IMF vesayetinden kurtuldu.
Millî sanayi hamleleri başladı. Savunma sanayiinde bunun ilk meyveleri
alınmaya başladı. Yerli etiketli ürünler ortaya çıkarmanın heyecanı
arttı.
Rahatsız oldular. Yerli otomobil üretimine yönelik ilk prototip belirince linçe kalkıştılar. Yerli otomobil üretimi için "babayiğit "arıyoruz
denilince ilk akla gelen kuş serisiyle tanınanlardı. Yıllardır montajla
yetinmişlerdi ve yine yetinmeyi yeğlediler ve onlara yönelen "yerli otomobil üretecek babayiğit" arayışına önce "bu ticari intihar olur" diyerek doğmadan köreltmeyi denediler, ısrar sürünce itiraf etmek zorunda kalarak "bizim bağlılıklarımız var. Biz yapamayız" dediler.
Bu
ülke bu toprakların bereketine, değerlerine bağlı ve onlardan aldığı öz
güvenle bizim olanı, bizden olanı üreterek, işleyerek güçlü olmanın,
söz sahibi olmanın yıllardır beklentisi içinde. Oysa bu dar çıkar
çevreleri, bu talebe hep sırtlarını döndüler. Mağdurların ve mazlumların
iktidar olmasına, çevrenin merkeze hakim olmasına, kimsesizlerin
kimsesi olan iktidarın geniş halk kitlelerinin çıkarlarını öncelikli
kılmasına tahammül edemediler.
Şimdi telaş içindeler. Tek
başına iktidar olunmaması için her yolu denemekteler. Bugün için
yansıttıkları her refleks; onların varlık nedenlerinin, yapısal
konumlarının gereğinin ürünüdür ve bugün boyunlarındaki küresel
baronların kementleri harekete geçirilmiştir. Bu topraklar dışında, bu
milletin iradesi dışında İttifakları genişletmenin çabasındalar. Gözleri
öylesine kararmıştır ki, bir yandan terör örgütlerinin vesayetinden
kurtulamayanlardan medet ummaya, öte yandan devlet mekanizmasına
çöreklenmiş paralel devlet yapılanmasının tasfiyesini engellemeye
çalışarak, ülkenin yerli ve millî duyarlılıkla yükselişini durdurmaya
çabalamaktadırlar.
Tüm bu gerçekler ışığında 1 Kasım seçimi,
tarihî önemdedir. Esasen yarın hepimiz birden çok seçeneği oylayacağız.
Sadece Türkiye'nin kaderini değil, onlara umut olduğumuz tüm mazlum
milletlerinde kaderini oylayacağız. Tıpkı geçmişin başkalarının
kumandasındaki zayıf, birbirini yiyen koalisyonların ülkeyi yönetemeyip
sadece idare ettiği gibi yaşayacağız ya da Türkiye'yi Türkiye'den
yöneten güçlü tek başına iktidarla devam edeceğiz.
Millî-Gayri Millî saflaşmayı
perdeleyerek, kutuplaşma ve giderek iç savaş söylemleri üzerinden kin
ve nefretlerini yaymaya çalışanlar, bu ülkenin toprağını, inancını,
değerlerini, insanını tanımayanlardır. Bu topraklar pas tutmaz. Bu
topraklara kin ve nefret işlemez. Yarın bu gerçeği de oylayacağız. Barış
içinde birlik ve beraberlikle küresel baronlara, sömürgecilere ve
onların kuklalarına inat hür ve bağımsız Türkiye'nin geleceğini
oylayacağız.
Yarın hepimiz İstikrar ve İstiklalimiz için sandık başında olacağız...