1 Kasım'da istikrar ve istiklal seçimi…

A -
A +
7 Haziran seçimleri sonrası ortaya çıkan bugün de geçerliliğini yitirmeyen tablo açıkça ortaya koymaktadır ki; muhalefet partileri ne tek başına ne koalisyonla hükümet seçeneği üretemedikleri gibi AK Partiye yönelik koalisyon yaklaşımları da sahici ve samimi olamamıştır.

Bilhassa bazı iç ve dış sermaye çevrelerinin çok istedikleri AK Parti-CHP koalisyonu için; 13 yıllık AK Parti iktidarının yaptığı her şeyi restorasyona muhtaç kabul edip, arzulanan koalisyon hükümetini "restorasyon hükümeti" olarak nitelemek, uzlaşma zeminine dayalı bir koalisyon çabası değildi. Esasen uzlaşmanın olması da pek mümkün değildi. Özellikle dış politika stratejisinde AK Partinin CHP ile bırakınız sınırlı benzerlikleri taban tabana zıtlıklar içerdiğini tespit etmek gerekiyor.

Âdeta dayatılan koalisyonla; Türkiye'nin Batıdan gayri hiçbir coğrafi alanla yakından ilgilenmemesi arzulanan, yeniden medeniyet havzasını ve onların mazlum halklarına sırtını dönen, tüm  bölge ve bölge dışı büyük güçlerin cirit attığı, ilgisini eksiltmediği Orta Doğu'ya "bataklık" diyerek önemsisleştiren, adaletten yoksun, esasen çökmüş uluslararası sistemi sorgulamaktan vazgeçen, olana boyun eğen, dünyanın beşten büyük olduğunu hatırlatan Türkiye'yi öz güvenini yeniden yitirmiş, tıpkı Soğuk Savaş dönemindeki gibi merkez ülke yerine başkalarının kanat ülkesi haline getiren bir ajanda ortaya çıkmıştır.

Bugün de çaba bu yöndedir. Bu çabanın eksilmeyen vazgeçilmez amacı Cumhurbaşkanı Erdoğan karşıtlığıdır. Onunla sorunları ve ona yönelik kaygıları, korkuları büyüktür. Bu sorunun, kaygının, korkunun başlangıcı; Davos'ta "one minute" çıkışıdır. O günden bugüne hiçbir şey eskisi gibi olmamıştır. Saflar değişmiş, geçmişte destek olanlar karşıt safa geçmiş, dışarının uzantısı ülkesine ve milletine yabancılaşmış devşirme tüm aktörler ve iradesi dışarıya bağlı tüm örgütlü yapılar  aynı safta buluşmuş, yerli ve millî olana kaygı ve korkuyla, kin ve nefretle yaklaşmaya başlamıştır.

Aslında bu çevreler dardır ama ellerindeki imkânları kullanarak etkindirler. Aslında etkindiler demek daha doğru. İş çevrelerinde, medyada ağırlıklarıyla geçmiş konumlarının özlemi içindeler. Geçmişte siyaset dışı her denklemi, çıkarlarının korunması adına seferber eden bu yapı, zayıf, ürkek, dışa bağımlı hükümetlerin yönlendiricisi durumundaydılar. IMF memurlarıyla kol kola girerek ülkenin vesayet altında yaşamasının ve böylece ülke ve millet çıkarlarının önüne koydukları kendi çıkarlarının kalıcılaşmasının çabasındaydılar.

Ülkesinin ve milletinin makro çıkarlarıyla kendilerinin mikro çıkarlarını bütünleştirmek yerine, küresel efendilerinin makro çıkarıyla kendi mikro çıkarlarını örtüştürerek varlıklarını sürdürmenin gayretindeydiler. Kurdukları bu düzen, son yıllarda sarsıldı. Ülke IMF vesayetinden kurtuldu. Millî sanayi hamleleri başladı. Savunma sanayiinde bunun ilk meyveleri alınmaya başladı. Yerli etiketli ürünler ortaya çıkarmanın heyecanı arttı.

Rahatsız oldular. Yerli otomobil üretimine yönelik ilk prototip belirince linçe kalkıştılar. Yerli otomobil üretimi için "babayiğit "arıyoruz denilince ilk akla gelen kuş serisiyle tanınanlardı. Yıllardır montajla yetinmişlerdi ve yine yetinmeyi yeğlediler ve onlara yönelen "yerli otomobil üretecek babayiğit" arayışına önce "bu ticari intihar olur" diyerek doğmadan köreltmeyi denediler, ısrar sürünce itiraf etmek zorunda kalarak "bizim bağlılıklarımız var. Biz yapamayız" dediler.

Bu ülke bu toprakların bereketine, değerlerine bağlı ve onlardan aldığı öz güvenle bizim olanı, bizden olanı üreterek, işleyerek güçlü olmanın, söz sahibi olmanın yıllardır beklentisi içinde. Oysa bu dar çıkar çevreleri, bu talebe hep sırtlarını döndüler. Mağdurların ve mazlumların iktidar olmasına, çevrenin merkeze hakim olmasına, kimsesizlerin kimsesi olan iktidarın geniş halk kitlelerinin çıkarlarını öncelikli kılmasına tahammül edemediler.

Şimdi telaş içindeler. Tek başına iktidar olunmaması için her yolu denemekteler. Bugün için yansıttıkları her refleks; onların varlık nedenlerinin, yapısal konumlarının gereğinin ürünüdür ve bugün boyunlarındaki küresel baronların kementleri harekete geçirilmiştir. Bu topraklar dışında, bu milletin iradesi dışında İttifakları genişletmenin çabasındalar. Gözleri öylesine kararmıştır ki, bir yandan terör örgütlerinin vesayetinden kurtulamayanlardan medet ummaya, öte yandan devlet mekanizmasına çöreklenmiş paralel devlet yapılanmasının tasfiyesini engellemeye çalışarak, ülkenin yerli ve millî duyarlılıkla yükselişini durdurmaya çabalamaktadırlar.

Tüm bu gerçekler ışığında 1 Kasım seçimi, tarihî önemdedir. Esasen yarın hepimiz birden çok seçeneği oylayacağız. Sadece Türkiye'nin kaderini değil, onlara umut olduğumuz tüm mazlum milletlerinde kaderini oylayacağız. Tıpkı geçmişin başkalarının kumandasındaki zayıf, birbirini yiyen koalisyonların ülkeyi yönetemeyip sadece idare ettiği gibi yaşayacağız ya da Türkiye'yi Türkiye'den yöneten güçlü tek başına iktidarla devam edeceğiz.

Millî-Gayri Millî saflaşmayı perdeleyerek, kutuplaşma ve giderek iç savaş söylemleri üzerinden kin ve nefretlerini yaymaya çalışanlar, bu ülkenin toprağını, inancını, değerlerini, insanını tanımayanlardır. Bu topraklar pas tutmaz. Bu topraklara kin ve nefret işlemez. Yarın bu gerçeği de oylayacağız. Barış içinde birlik ve beraberlikle küresel baronlara, sömürgecilere ve onların kuklalarına inat hür ve bağımsız Türkiye'nin geleceğini oylayacağız.

Yarın hepimiz İstikrar ve İstiklalimiz için sandık başında olacağız...
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.