Kitlesel Göç, AB, ABD ve NATO…

A -
A +

Akdeniz son yıllarda artan oranda mülteci dramlarının sahnesine dönüşmüş durumda. İnsanlar kitleler hâlinde kaçak yollarla ve hayatlarını hiçe sayarak en büyük riskleri üstlenerek Batıya, Avrupa'ya ulaşmaya çalışıyor. Her geçen gün artan bu çabalar, acı sonuçlarla neticeleniyor ama gazetelerin birinci sayfalarına taşınacak değerde bile haber kıymeti kazanamıyor.

Büyük ölçüde Afrika ülkelerinden gerçekleşen bu göçmen akını, Batı için Avrupa için hatta NATO için yeni tehdit unsuru olarak kabul ediliyor.

Sömürgeleştirilmiş  coğrafyaların halkları, tarihin biriktirdiği zulmün karşılığında fakirleştirilmiş, kaynakları ellerinden alınmış ve hayat damarları kurutulmuş olmanın hafızasıyla âdeta son umuda yönelik son hamlelerini yapıyor. Bu uğurda büyük riskleri göze alıyor, hayatını yitiriyor ama bu son umudu denemekten geri durmuyor. Onlar, kendi topraklarından umudu kesenler ve yüz yıllardır Batı'nın sömürge anlayışının mağduriyetini bugün de hissedenler. Nitekim çoğu insanlar gibi onlar da görüyor ki, gerek Avrupa gerek se ABD'nin yeni dönemde bu insanların coğrafyalarına yönelik yaklaşımları güven vermiyor. Onlar da çareyi bu ülkelerin kapılarına dayanmakta buluyor.

Aslında bu durum uluslararası alanda süren yeni mücadele çabalarının coğrafi izdüşümüyle de ilişkili gelişiyor. Batı'nın Atlantik dünyasının iki yakası arasında, Sovyetler Birliği'nin çözülmesi ve Soğuk Savaş ortamının dağılmasından sonra görünür-görünmez iç çekişme yaşanmaya başladı. Bilhassa Avrupa Birliği'nin (AB) 1991 yılında Maastricht zirvesinde imzalanan ve 1993'te yürürlüğe giren antlaşmayla, Avrupa Topluluğu Avrupa Birliği'ne dönüşmüştür. Asıl önemlisi bu antlaşmayla AB; ortak para birliğine, ortak dış politika ve savunma yapılanmasına ve ortak adalet ve içişleri iş birliğine karar vermiştir.

Diğer bir ifadeyle; dolara rağmen Euro, NATO'ya rağmen Avrupa Ordusu ve  ortak dış politika ve anayasa zemininde yeni bir ABD (Avrupa Birleşik Devletleri) olmayı arzulamıştır. Kuşkusuz bu durum ABD'nin çok hoşuna gitmemiş, çeşitli önlemler almaktan da geri durmamıştır.

AB'nin bu hedeflerinden başarılı olanı sadece ortak para birimidir ama bu konuda da aslında başarı kısmidir. Her şeyden önce İngiltere para birliğine katılmayarak bu konuda bütünleşme eksik kalmıştır. Ayrıca ortak ordu fikrinin başarılamamış olması para birliği açısından da eksikliğe işaret etmektedir. Nitekim küresel düzeyde para düzeneği, kumarhane işleyişine benzer. Nasıl ki bodyguard olmadan kumarhane olmayacağına göre, güvenliği yani ordusu olmayan paranın başarısı kısmidir. Bu noktada hatırlanmalıdır ki, Saddam'ın petrol ticaretinde dolardan Euro'ya geçiş kararı, vaktinden önce ipinin çekilmesinin en önemli nedeni olmuştur.
AB'nin yeniden yapılandığı, Soğuk Savaş sonrası yeni hedefler koymaya çalıştığı ve ABD'ye rağmen yakın çevresinde stratejik hamlelere hazırlandığı bu dönem, aynı zamanda iki kutuplu siyasal sistemin dağılma sürecinin başlamasına ve bu çözülmenin Balkanlar gibi bölgelerde kanlı cereyan etmesine rastlayan dönemdir. Aynı zamanda bu dönem NATO'nun bunalımlı dönemidir. Sovyet Blokunun askerî yapılanması olan Varşova Paktının dağılmasıyla, NATO'nun meşruiyeti tartışmaya açılmış, simetrisinin, karşıtının, düşmanın ortadan kalkmasıyla varlığının gerekliliği üzerinden tartışma boyutlanmıştır. NATO'nun varlığını sürdürmesini isteyenler için âdeta NATO'ya yeni düşman aranmıştır. 11 Eylül 2001'de ABD'de ikiz kulelere yapılan saldırılarla "küresel terör" vurgusuyla yeni düşman bulunmuştur. Gerçi bunu zaman içinde İslam'ı terörle birlikte kavramsallaştırarak yeni bir vurguyla NATO belgelerine işlenmeye çalışılmıştır ama Türkiye'nin itirazıyla bu çaba resmileşememiştir.

Bu arada Soğuk Savaşın çözülmesiyle kan gölüne dönen Balkanlar'a müdahale de başlangıçta ABD ve dolayısıyla NATO ağır davranmış, bu coğrafyayı Balkanlar yerine "Güneydoğu Avrupa" olarak gören ve ortak dış politika ve ortak ordu hedefleyen AB için âdeta gerçek gücü ve becerisiyle yüzleşmesi istenmiştir. Sonuçta gerek ortak dış politika gerekse ortak ordu zemininde Balkanlar'da bekleneni karşılayamayan AB yerine ABD ve NATO sahne almış ve Kosova müdahalesiyle NATO bu dönemdeki meşruiyet krizini aşmıştır. Böylelikle NATO yeni misyon yüklenmiş, kuruluş belgelerinde sadece Atlantik'in savunma teşkilatı yazılı iken, ilgi alanlarını ve coğrafi müdahale sınırlarını genişletmiştir.

Bu durum; AB'nin tesis etmek istediği, çekirdek veya merkez Avrupa'nın çevresinde hinterland olarak kullanabileceği coğrafi yapılanmanın AB lehine derinleşmesi ve büyümesi hedefiyle de çelişmiştir. Nitekim AB'nin kendisine bağlı olarak yapılandırmak istediği hinterland coğrafyası içinde; başta Kuzey Afrika ve Orta Doğu potansiyeli zemininde Akdeniz ekseni ve kuzeyde de Ukrayna ve Gürcistan odaklı Karadeniz ekseni  öne çıkmış ve bu coğrafi alanlarda yer alan ülkelere yönelik; "Kuvvetlendirilmiş Komşuluk İlişkisi", "Derinleştirilmiş Gümrük Birliği", "İmtiyazlı Ortaklık", "Akdeniz Diyaloğu" gibi kavramsallaştırmalarla çeşitli projeler geliştirmiştir. Amaç bu bölgelerin; doğal kaynaklarından, enerji güzergâhlarından, pazar işlevlerinden, turizm imkânlarından ve genç nüfuslarından yararlanmaktır. Bu çaba bu bölgelerde egemenlik kurmaya dayalıdır ve bu durum, ABD'nin doğrudan veya NATO marifetiyle bu bölgelerdeki etkinliği ve ilgisiyle uyumlu değildir.

Tüm bu egemenlik arayışları kendi içinde uyumsuzluklarını ve çelişkilerini sürdürürken, kitlesel göçleri tetikliyor, göç kervanlarının ulaşmak istedikleri Batı coğrafyalarında ırkçılığı körüklüyor, yabancı düşmanlığını yaygınlaştırıyor. Bu kısır döngüden çıkabilmenin umudu ise insanlığın vereceği hak, adalet ve özgürlük mücadelesindeki başarısında aranıyor...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.