Koalisyon arayışlarında dış politika uyuşmazlığı…

A -
A +
Koalisyon arayışlarının yoğunlaşacağı bir sürece giriyoruz. Bugüne değin tartışılan, kimin kiminle koalisyon kurabileceğine dair yaklaşımlar bundan sonra daha somut bir zemine oturacak. 45 günlük hükümet kurmaya ilişkin süre çalışmaya başladı.
Meclis başkanlığı seçiminden sonra ortaya çıkan durum, muhtemel koalisyon senaryolarına yönelik önemli sonuçlar üretti. Her şeyden önce muhalefetin birlikte davranabilme, ortak bir zeminde buluşabilme kapasitesinin ve iradesinin olmadığı anlaşıldı. "Muhalefet bloğu" kavramının boş bir niteleme olduğu bir kez daha anlaşılmış oldu. Üç muhalefet partisinin tek ortak zemininin sadece Erdoğan karşıtlığıyla sınırlı olduğu görüldü.
Sonuç olarak seçim sonucunda doğrudan iktidar seçeneği üretemeyen muhalefetin, AK Partisiz hükümet seçeneği de üretemeyeceği açıkça anlaşılmış oldu. Diğer bir ifadeyle AK Partisiz herhangi bir hükümet seçeneği ihtimali kalmamış oldu. Buna göre geriye daha gerçekçi sayılabilecek sadece iki seçeneğin olabileceği anlaşıldı.
AK Parti-CHP veya AK Parti-MHP seçenekleri günlerdir herkesin üzerinde durduğu en gerçekçi gibi görünen koalisyon ihtimalleri olarak kabul ediliyor.
Ancak bu iki seçenek üzerinden partilerin bugüne değin sergiledikleri yaklaşımlar irdelendiğinde ise olumlu havadan çok daha negatif bir atmosfer öne çıkıyor. Nitekim CHP ve MHP uzlaşmayı kolaylaştırmak yerine daha da zorlaştırarak, nasıl koalisyon yapamayacaklarına dair sınırlar, şartlar, kırmızı hatlar belirleyen üslup ve tutumlarıyla dikkat çekiyorlar. Bu yaklaşımlarını ilk günden itibaren koruyorlar. Buna karşın AK Partinin ise ilk günden itibaren koalisyonun her türlü denklemini değerlendirecekleri ve uzlaşmayı engelleyecek katı bir tutum ve şartlar ileri sürmeyecekleri görüldü. Seçimden birinci parti olarak çıkmış olmalarının sorumluluğuyla yine iktidar seçeneği üretebilmenin en gerçekçi muhatabı olmanın pozisyonuyla koalisyon arayışlarına girişecekleri izlenimi edinildi.
Bu arada muhtemel bu iki koalisyon seçeneğinin gerçekleşme durumunda en çok zorlanılacak zeminin iç politik manevralar, uyuşmazlıklarda değil daha çok dış politik yaklaşımlarda olacağını görmek gerekir. Özellikle muhtemel AK Parti-CHP koalisyonunun en zorlu kulvarı, dış politik ve stratejik zeminde olacaktır. Cumhurbaşkanının özellikle Davos zirvesindeki "one minute" çıkışıyla başlayan süreç, Orta Doğu halklarına yönelik kamu diplomasisi yolunu yapılandırdı. Mevcut rejimler değil halklar ve onların hak ve adalet arayışına yakın duruldu. Bu durum adına "Arap Baharı" denilen aslında yüzyıllık biriken öfkenin dışa vurumu, isyanı olarak Tunus'la alevlenip Mısır'a yayılan ve oradan da dalga, dalga Orta Doğu'nun, İslam coğrafyasının diğer ülkelerine yönelme eğilimi gösteren hak ve adalet arayışında Türkiye mazlumlardan, halklardan yana tutum sergiledi. Orta Doğu'da rejimlerle, halklar arasında siyasi kimya uyumsuzluğunda Türkiye mevcut statükodan yana, mevcut rejimlerden yana değil, alevlenen halk muhalefetinden yana oldu. Mevcut baskıcı, babadan oğula geçen, kukla rejimler yerine zengin ve bereketli toprakların kukla yönetimleri altında geleceğin yoksul çocukları olarak yaşamak istemiyoruz diyen halklarla bağlar kuruldu.
Bu yaklaşım yani mazlumlarla dayanışma çabası, onlara umut aşılayabilme gayreti uluslararası düzeye de taşındı. Birleşmiş Milletler (BM ) yapısı sorgulandı. BM toplantılarında "dünya beşten büyüktür" denildi. Mazlumların sorunlarını çözemeyen, zalimlerin zulmüne seyirci kalan tüm uluslararası kurum, tutum ve anlayışlar sorgulandı. İkiyüzlü yaklaşımların gerçeklerle yüzleştirilmesine çalışıldı. Türkiye'nin medeniyet havzasına yönelik, bölge merkezli dış politika stratejisinin derinleşmesine dayalı bir tutum içine girildi. Batı'nın yanı sıra Asya'nın önemli aktörleriyle de stratejik ilişkiler geliştirildi. Dünyanın sadece Avrupa'dan Batıdan ibaret olmadığı hatırlatıldı. Avrupa'dan Batı'dan kopmadan Asya/Avrasya ile ilişkilerin geliştirebileceği ispatlandı. Batı'nın horlayıcı, dışlayıcı, ötekileştirici tavrına karşı kıtalar ve medeniyetler arasında merkez ülke olmanın potansiyeli ve tarihî sorumluluğuna odaklanıldı.
Tüm bu tercihlere karşı tutum sergileyenler, son yıllarda Türkiye'yi Suriye üzerinden terörü destekleyen ülke konumuna düşürmek isteyenler, darbeci Sisi'yi meşrulaştırmaya çalışanlar, mazlumların hak arayışına, yerlerinden yurtlarından kopmalarına, mülteci durumuna düşmelerine seyirci kalanların ve bu konuya duyarlılık gösteren Türkiye'yi acımasızca eleştirenlerin aynı dış politika stratejisinde buluşabilmeleri çok zor görünüyor.
Bu zorluk da ülkeyi yeniden seçime götürüyor...
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.