Türkiye-İran ilişkisi neleri öngörüyor?

A -
A +

17. yüzyılın ortalarından itibaren yani 1639 Kasr-ı Şirin Anlaşması'ndan bugüne İran-Türkiye ilişkileri aşılması güç ciddi büyük sorunlar, büyük gerilimler ve çatışmalar yaşamamıştır. Esasen iki ülke; bulundukları bölgenin birbirinden bağımsız değerlendirilemeyecek düzeyde ortak jeopolitiğin iki kadim devletidir. Her ikisinin imparatorluk geçmişleri, aralarındaki ilişkiye tarihsel derinlik kazandırarak günümüze taşımıştır.

Türkiye ve İran âdeta bugünün Almanya ve Fransa'sı gibidirler. Bölgesinde iki önemli aktör olarak ilişkide bulundukları tüm havzaların siyasi, ekonomik, stratejik ve kültürel denklemleriyle iç içedirler. Bu durum tarih içinde zaman zaman iki ülkeyi karşı karşıya getirmişse de hiçbir zaman büyük yarılmalara, uzlaşmaz kutuplaşmalara neden olmamıştır. Bu durum aslında tarihin ayrıştırma çabasının, coğrafyanın  yakınlaştırma engeline takılmasıyla açıklanabilir. Nitekim iki ülke, aynı coğrafyanın tüm stratejik ve politik imkân ve kabiliyetlerinin ortak paydalarıdırlar. Tarih boyu iki ülke arasındaki süreklilik arz eden ticari sarkaç hiç hareketsiz kalmamıştır. Bugün de olanca ivmesiyle sürmektedir. İki ülke arasındaki ticaret hacmi bugün 15 milyar dolar civarındadır ve yakın gelecekte bu oranın iki katına çıkartılması hedefi, iki ülke tarafından benimsenmiş durumdadır. Bu ilişkinin şüphesiz ağırlığını doğal gaz oluşturmaktadır. Bu nokta da iki ülke arasındaki ticaretin daha engelsiz kılınması için yerel para birimlerinin kullanılması hedefi de dikkat çekmektedir. Böylece iki ülke arasındaki ticaret, döviz kuru ve yabancı para baskısından kurtularak daha özgür bir iklime kavuşması arzulanmaktadır. Ayrıca  İran'dan alınan gazın fiyatına yönelik olarak Türkiye'nin istekleri, ticaretin müzakere masasına yatırılmıştır. Bütün bunlar; geçtiğimiz günler içinde İran'a BM eliyle yıllardır uygulanan Batı ülkelerinin ambargosunun kalkmasına yönelik uzlaşmanın ortaya çıkmasıyla iki ülke açısından çok daha anlamlı hâle gelmiştir. Ayrıca yeni fırsatların ortaya çıkması iki ülkenin geleceği açısından yeni stratejik pozisyon almalarına da yol açmaktadır.
İki ülke liderlerinin İran'daki 7 Nisan buluşmasıyla da ortaya çıkmaktadır ki, ticaretin önündeki yapay engeller geride kaldıkça iki ülkenin  Orta Doğu özelinde ortaya çıkan farklı stratejik hesapları törpülenmek zorunda kalacaktır. Hiç kuşkusuz bu durum büsbütün iki ülkenin tüm stratejik farklılıklarının ortadan kalkması anlamına gelmemektedir. Ancak özellikle ABD'nin Irak işgali sonrası artan oranda bölgede İran etkisinin varlığı ve etkinin büyük ölçüde mezhepsel farklılıklara dayalı derinleştirilmeye çalışılan çelişkiler üzerinden yürütülüyor olması sadece Türkiye açısından değil aynı zamanda bölge ve bölge dışı aktörler açısından da kaygı verici bulunmaktadır. Zira bu tablonun törpülenememesi veya geriletilememesi durumunda Sünni-Şii ayrılığı üzerinden yapılandırılmış çelişkilerin yıpratıcı etkileri İslam coğrafyasını ebedi bir kan tarlasına dönüştürecektir.
Bölgede mezhepsel fay hatları oluşturmak ve buralarda sürekli enerji biriktirerek, ülkeler üzerinden bu enerjilerin boşaltılmasıyla siyasal depremler üretmek İslam coğrafyasında ufalanmaların, dağılmaların zeminini oluşturmaktadır. Her ufalanma bölge topraklarına yeni nefret tohumlarının ekilmesi anlamına gelmektedir. Bu durum, bölge üzerinde hesap yapan büyük güçlerin bölgenin bereketli topraklarını kendi çıkarları doğrultusunda kolayca sürmeleri anlamına gelmektedir. Öylesi ne ki, Şii-Sünni bloklaşmasının ürettiği gerilim ve şiddetin sonuçlarıyla da yetinilmeyerek, Sünni yapının da güçlü bir siyasal blok olmaması için ufalanmasına çalışılmaktadır. Özellikle IŞİD, El-Nusra ve Boko Haram gibi terör örgütleri bu amacın maşalarıdır. Bunun yanı sıra ülkeler içinde kabile çatışmaları üretmek ve buna dayalı iktidar savaşları yaşatmak oyunun bir başka perdesidir. Böylece devlet yapılarını fiilen işlemeyen devlet aygıtlarına dönüştürerek, ülkelerin çözülmeleri hedeflenmektedir. Irak, Suriye, Libya ve Yemen bu sürecin kurbanlarıdır. Örneğin Yemen üzerinden geçirilmek istenen mezhepsel fay hattının Körfezi sarması ve Suudi Arabistan'a yönelmesi muhtemeldir. Bu durum bölgeyi daha fazla silahlandırıp, istikrarsızlaştırmanın iklimini oluşturacaktır. Şimdiden Suudi Arabistan 90 milyar $ uçak, hava ve savunma sistemine yönelik harcama yapmıştır. Ayrıca yeni ordular kurulması planlanmıştır. Bu tablodan ve bu gidişattan kimlerin kârlı çıkacağı ortadadır. Bu noktada bilhassa ortalıkta olmamaya özen gösteren aslında bölgedeki her taşın altında eli ve gölgesi olan bölge dışı güçlerin stratejik hedef ve hamleleri belirleyici niteliktedir.
Tüm bunların zemininde İran'ın bundan sonra izleyeceği stratejik yol ve takınacağı tavır da aynı oranda belirleyici niteliktedir.

Sonuç olarak İran; ya yapılandırılmaya çalışılan mezhepsel fay hatlarının hem besleyicisi hem tetikleyicisi olacak ve böylece perde arkası büyük aklın oyununa gelmeye devam edecek ya da İslam coğrafyasında  mezhepsel farklılıkları Müslümanlığın farklı yorum ve yaşayış tarzı olarak kabul ederek bütünleşmenin veya en azından uzlaşmanın siyasal ikliminin öncülerinden olacak. Bakalım zaman neleri gösterecek...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.