Vazgeçilmeyen Stratejik Hedef: Kıbrıs

A -
A +

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin (KKTC) yeni Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı ikinci turda seçimi kazanır kazanmaz; "Türkiye'yle ana vatan-yavru vatan ilişkisi bitmeli" dedi. Bu sözler tartışmaya neden oldu ve yeniden hepimiz Kıbrıs adasına ve bugüne değin "Kıbrıs sorunu" olarak belleklere kazınmaya çalışılan meseleye odaklandık.

Öyle görünüyor ki, herkes için "Kıbrıs sorunu" farklı anlamlar ve beklentiler içeriyor. Tarihsel olarak Kıbrıs sorunu bir adada iki farklı halkın birlikte yaşama iradesinin ortadan kalkması ve buna bağlı olarak geçimsizliğin boyut kazanarak savaşa sebep verecek kadar uzlaşmaz çelişkilerle  beslenmesidir. Bu duruma sebep olan nedenler adanın jeopolitiğinde aranmalıdır. Açıktır ki, Kıbrıs sorunu doğası gereği tarihsel olarak daima hep bir jeopolitik mesele olarak yapılanmış ve bunun üzerinden taraflar kazanımlar peşinde olmuştur. Bu duruma odaklananlar hem ada üzerinde tarihsel, siyasi ve hukuksal açıdan doğrudan bağı olanlar hem de tarih boyu uluslararası düzeyde güç arayışından vazgeçmeyen aktörlerdir. Kıbrıs son derece kıymetli jeopolitiğe sahiptir. Anadolu yarım adasının tüm doğal karakteristiğini taşıyan ve onun doğal bir uzantısı olan Kıbrıs, Akdeniz'in kuzey-güney ve doğu-batı eksenlerinin denetim merkezidir. Asya-Afrika ve Avrupa ana karalarının stratejik denklemlerinin kesişme alanıdır. Karadeniz-Akdeniz-Kızıldeniz üçgeninin ve bölgenin enerji hatları ve deniz ticaret güzergâhlarına dayalı stratejik denklemlerin odağıdır.

Tüm bu coğrafi üstünlüklerin jeopolitik değerine bağlı olarak tarih boyu adaya yapılan her hamle, kim tarafından yapılırsa yapılsın stratejik içeriklidir. Dün de böyledir bugün de böyledir. Esasen Kıbrıs sorununun herkesi mutlu edecek çözümünün olmamasının nedeni de budur. Birbirinden farklı çıkarların stratejik hamlelerini aynı noktada birleştirmenin zor olduğu bir durumda hak, adalet, hukuk zemininde bir Kıbrıs yapılanması mümkün değildir. Bu durumda adayla ilgili her aktör çıkarlarının korunması ve daha da büyütülmesinin peşinde olmaya devam edecektir.

Oysa 1960'da iki toplumlu bir Cumhuriyet kurulmuş, 1959 ve 1960 Londra ve Zürich antlaşmalarıyla Türkiye, Yunanistan ve İngiltere ada üzerinde garantör ülkeler olarak hukuki kimlik edinmiş ve böylece adada toplumsal yaşamın huzur içinde sürdürülmesinin zemini yapılandırılmıştı. Ancak bu zemin çok sürmeden 1963'ten itibaren Kıbrıs'ı Yunanistan'a bağlama arzusunun eksilmeyen iştahıyla zedelenmeye başlanmış ve sonuçta 1974'de Yunanistan'da askerî cunta yönetiminin uzantısı Nikos Sampson adada 1960'da kurulan Kıbrıs Cumhuriyetinin ilk Cumhurbaşkanı olan Makarios'u devirerek, iki toplumlu ortaklığı ortadan kaldırmıştır. Bu tarih adada şiddetin, boğazlaşmanın, zulmün başlangıcı olmuştur. Böylece adanın halkları stratejik hesapların kurbanı olmuş, birlikte yaşama iradelerini kaybetmiştir. Bunun üzerine Türkiye garantör ülke sıfatıyla adaya müdahalede bulunmuş, Kıbrıs ikiye bölünerek halkların boğazlaşması durdurulmuştur...

O tarihten itibaren iki kesimi tekrar birleştirmenin çabaları olmuş ama başarılamamıştır. Bu arada Kıbrıs'a yönelik stratejik hassasiyet hiçbir zaman eksilmemiş, başta İngiltere olmak üzere ABD, Rusya ve Avrupa Birliği (AB) adanın kaderiyle daima hemhal olmuştur. İngiltere Kıbrıs adasındaki Ağratur ve Dikelya askerî üslerini daima aktif kılmış, ABD bölgede her stratejik hamlede Kıbrıs'ta varlığını hissettirmiştir. Bu arada AB tamamen stratejik nedenlerle, uluslararası hukuku ve kendi hukukunu hiçe sayarak adayı birliğe tam üye yapmış ve böylece Kıbrıs'ta yeni sorunun üreticisi olmuştur.

Oysa 1959 ve 1960 antlaşmalarına göre; üç garantör ülkenin birlikte yer almadığı hiçbir birliğe veya yapıya ada tek başına katılamaz. Ayrıca AB hukukuna göre sınır anlaşmazlığı olan hiçbir ülke bu sorunu çözmeden AB'ye katılamaz. Ancak buna rağmen AB, Güneyde yaşayan Rum halkını adanın tümünün siyasi temsilcisi sayarak, fiilen ortadan kalkmış olan Kıbrıs Cumhuriyetini sanki yaşıyormuş gibi sayarak ve tüm adanın egemeni varsayarak AB'ye tam üye yapmıştır.

Böylece adanın güneyi büyük kazanımlar elde etmiş, kuzeyde yaşayan Türklere karşı siyasi ve ekonomik üstünlüklerini her zaman bir stratejik hamle olarak kullanmışlardır. Bu durum iki halkın ortak zeminde eşit kazanımlara sahip, iki kesimli bir siyasi zeminde birleşme ihtimalini imkânsızlaştırmıştır. Nitekim Birleşmiş Milletler'in hazırladığı ve iki kesimin birleşmesini öngören "Annan Planının" halkoylamasında Kuzey evet demesine rağmen Güney hayır demiştir. Esasen Güney'in AB eliyle elde ettiği kazanımların gerisine düşecek bir pozisyona evet demesi beklenemez. Üstelik uluslararası düzeyde küresel sermayenin mekansal sıkışıklığını aşmak için özendirilen ufalanmaların, ayrışmaların giderek "coğrafi boşanmaların" arttığı bir süreçte, toprak üzerinden yeni birleşmelerin de kolayca olması beklenemez. Ayrıca Kıbrıs'ın çevresinde doğal kaynaklara dayalı yeni keşiflerin varlığı ve bunların yeni çıkar hesaplarının devreye girmesi sonucunda oluşan yeni stratejik denklemlerde çözümlenemeden Kıbrıs'ın birleşmesi beklenemez...

Sonuç olarak Yunanistan'ın; insan hakları, barış, demokrasi değerleriyle renklendirilen yeni sosyalist Başbakanı Çipras'ın, Türkiye'yi karşısına alarak, Mısır'da millet iradesine müdahale eden darbeci Sisi ile anlaşmasının stratejik kodlarını herkesten önce KKTC'nin yeni Cumhurbaşkanının çözmesi gerekir.

Şayet temsil ettiği halkın ve topraklarının stratejik çıkarlarını tıpkı Çipras ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi lideri kadar öncelikli sayıyorsa...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.