Duymayan kulağım konuşmayan dilimsin

A -
A +

Öykümüzün başlangıcı Mayıs 1992’ye dayanıyor.

 

 

 

Nazan, 20 yaşında, sağır ve dilsiz bir genç kızdı...

 

Bugünün kibar deyişiyle “duyma ve konuşma engelli” bekâr bir kız.

 

Canından çok sevdiği, okul ve mahalle arkadaşı, tek sırdaşı Aysun, onu çekip sürükleyerek götürmeseydi, sinemaya gitmeyecekti. Arkadaşına zahmet vermek istemiyordu.

 

İki kız arkadaş, tek tük seyircinin bulunduğu salondaki koltuklarına oturduklarında film başlamıştı.

 

Aysun beyazperdedeki aşk filminin konuşmalarını hızlı hızlı anlatmaya başladı Nazan’a işaretlerle… 

 

***

 

Ne olduysa “on dakika ara”da oldu.

 

Afişleri inceleyen düz saçlı ve düzgün tıraşlı, hep tebessüm ediyormuş gibi aydınlık yüzlü, açık tenli delikanlının kömür karası gözleri ona döndüğünde…

 

Bir yerde okuduğu cümle geldi aklına; “Her ilişkinin tarihi, ilk saniyede yazılır.”

 

Ve, sağır dilsiz Nazan “ilk görüşte aşk”ı hissetti kalbinde...

 

Artık etrafında kimse yoktu, tek kişi dışında... Arkadaşı ve sırdaşı Aysun’un ara sıra işaretle anlattığı şeyleri “dinlemiyordu.”

 

“- Hah, film başlıyor!” diye dürtmesini de...

 

***

 

İki arkadaş filmin ikinci yarısı boyunca seri parmak işaretleriyle “fısıldaştılar.”

 

“Kor ateş” salondaydı ama arkalarda olmalıydı; iki kız sürekli gözleriyle sağı solu taramalarına rağmen göremediler.

 

Filmin sonrasında Aysun, engelli arkadaşı Nazan’ı kolundan çekiştirerek, onun yıldırım aşkına tutulduğu genci asansör başında yakaladı.

 

Arkadaşıyla birlikte onunla tanıştılar, hatta Aysun delikanlının çalıştığı iş yerinin telefon numarasını “koparmayı” bile başardı. (Cep telefonu henüz keşfedilmemişti)

 

***

 

Nazan’ın “yüzüne renk gelmişti.”

 

Sırdaşı Aysun ile birlikte, evde kikirdeyerek oturdukları telefon başında, (büyük bir kırtasiye dükkânında tezgâhtar olduğunu öğrendikleri Göksel’e) söyleyecekleri cümleleri “çalışıyorlardı.”

 

- “Hadi ara… Ona ‘Hayatın ne kadar yaşanılır olduğunu yeni anladım’ dediğimi söyle...”  

 

Sırdaş Aysun, duyamayan ve konuşamayan arkadaşının cümlesini Göksel’e seslendiriyordu. Onun cevaplarını da Nazan’a -işaretle- anlatıyordu.

 

***

 

Duyma ve konuşma engelli Nazan, sırdaşının zamanının müsait olduğu ölçüde “aşkıyla konuşabiliyordu.”

 

Çocukluğundan beri birlikte olduğu, kâh kızıp kâh barıştığı, aynı okullarda okuduğu, aynı mahallede yaşadığı “canından çok sevdiği” Aysun’a şimdi çok daha fazla ihtiyacı vardı.

 

Çünkü “canından daha çok sevdiği” insana ancak onun aracılığıyla ulaşabiliyordu.

 

***

 

- De ki, “Duyamayan kulağım, konuşamayan dilimsin. Barınağım, sığınağım, dayanağımsın.”

 

Kız arkadaş karşı tarafa seslendiriyor:
- Barınağım, sığınağım, dayanağımsın.

 

Göksel cevap veriyor:
- Duygularıma tercüman oluyorsun, iyi ki varsın.

 

Nazan (Aysun):
“- Bana yaşama sevinci verdin, beni hayata bağladın.”

 

Göksel:
“- Seni tanıdığım için dünyanın en şanslı insanı benim.”

 

Nazan (Aysun):
“- Sensiz kendimi kimsesiz ve yapayalnız hissediyorum.”

 

Göksel:
“- Sen her şeyimsin, herkesimsin.”

 

***

 

İki, pardon üç kişi arasında akıp giden bu gürül gürül nehir, bir gün ansızın yatak değiştirdi.

 

Çünkü her insanın bir kader çizgisi vardı.

 

Engelli Nazan’ın kaderi de bu dünyada hiç kimseyi duymamak, bu dünyada kimseyle konuşmamak düzlemindeydi.

 

O, sadece yutkunarak yaşayacaktı.

 

Ve bir gün, “canından çok sevdiği” Aysun ile “canından daha çok sevdiği” Göksel birbirleriyle evlenecekti.

 

O ise yutkunmaya devam edecekti...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.