Akciğer hastası Gülşah Anne, Sarıkamış Devlet Hastanesi'nin demirbaşıydı. Bütün çalışanlar onu tanırdı.
Çünkü doktorlara yalvararak hastanede uzun süreler kalmayı sağlıyordu.
Kocası ölmüş, oğlu ve gelini ile birlikte Sarıkamış’ın kenar mahallelerinden birinde, bir gecekondu da yaşıyordu.
Yetmiş beş yaşında, zayıf, esmer bir kadındı.
Hastanenin göğüs hastalıkları servisinde, doktorun insafına bağlı olarak bazen üç hafta, bazen bir ay yatardı. O istemese de doktor taburcu eder, sonra başka doktora yalvararak bir ay daha kalırdı.
Zorlu kışı bu şekilde geçirirdi. Hastanede kaldığı dönemlerde ne oğlu ne gelini arayıp sorardı.
***
Yine Gülşah Anne’nin hastanede kalma süresinin sonuna gelinmişti.
“Yeter artık, bir ay oldu, anneyi taburcu edelim” dedi doktor.
Emektar kadın ayak diretti ise de yapacak bir şey yoktu.
Kendisi ile ilgilenen hemşireye “Burada devlet bana bakıyor. Yemek veriyor. Sıcak oda, konuşacak insan var. Evde gelinim de oğlum da benimle konuşmuyor; yüzüme bakmıyorlar. Doktora söyle, biraz daha kalayım” demesi ise yaramadı.
Hemşire, Gülşah Anne’nin oğlunu aradı, gelip alması için.
“Özür dilerim” dedi delikanlı, “İzmir’e kayınpederlere geldik.”
Hemşire ne zaman döneceklerini sordu.
“Şimdilik ucu açık, tarih belli değil” diye cevap verdi tren makinisti olan adam.
Hemşire durumu doktora söyleyince, “Ne yapalım, oğlu dönünceye kadar yatsın” dedi.
***
İki güvenlik görevlisi, asansör başında iki kişiyle tartışıyordu.
İki adamın da kucağında birer çiçek buketi vardı.
Güvenlikçiler, ziyaret saati olmadığını söyleyip adamları zor da olsa geri çevirdi.
Oradan geçerken tartışmayı duyan doktor sebebini sorunca, güvenlikçi şöyle dedi:
“Sormayın Hoca’m. Enfeksiyon hastalıkları servisinde bir hayat kadını var. Zamanlı zamansız birileri ziyarete gelip duruyor. Usandık.”
Sarıkamış gibi değerlerine düşkün bir şehirde, aleni bir hayat kadınının olması şaşırtıcıydı.
***
İki hemşire “desk”in arkasında sohbet ediyordu:
“Biliyor musun abla, bizim serviste bir hayat kadını var. İzin dönüşü sürprizi oldu bana. Adı Gülsen’miş.”
“Ben de bugün nöbete gelince duydum. Güvenlik, ziyaretçilerden usanmış.”
“Odasına girdiğimde, çiçekçiye girmiş gibi oluyorum. Çiçeklere basmadan hareket etmek zor.”
“Ömründe eşine bir kere çiçek almamış adamların, böyle kadınlara karşı cömertliği kanıma dokunuyor.”
“Aynen… Bir de küstah ki sorma.”
“Neyse, benim servisi dolaşıp kan şekerlerini ölçmem lazım. Görüşürüz.”
“Dur, ben de seninle geleyim abla.”
Abla hemşire, göğüs hastalıkları servisinde hastalarla ilgilenirken, yanında gelen genç hemşire, elleri önlük cebinde, açık pencereden dışarı bakıyordu. Biraz sonra, “Abla gel gel, olaya bak” dedi.
Abla hemşire pencereye gitti, kafasını dışarı çıkardığında gördüğü manzara şuydu:
Bitişikteki enfeksiyon hastalıkları ve klinik mikrobiyoloji servisinin penceresinden yarı beline kadar sarkmış olan hayat kadınının uzun, karamel balyajlı saçları, elindeki çiçeklere karışıyordu. Kadın aşağıda bir adamla konuşuyordu. “Doktor bugün de çıkarmıyor, iki gündür hapis kaldım burada resmen ya” diye yüksek sesle dert yanıyordu adama.
Hemşire abla, gözlerini kısıp biraz daha dikkatle bakınca, kadınla konuşanın Gülşah Anne’nin oğlu olduğunu fark etti.
Sadık Söztutan'ın önceki yazıları...