Ayrılıklar kurcalıyor kafamı bugünlerde. İlişkiye başlamanın güzelliği ayrılırken de yaşanmalı diye düşünüyorum. Fakat olmuyor bir türlü, olamıyor. İnsanları izliyorum. Tanışıyorlar. Aralarında elektrik olduğunu fark ediyorlar ve hayatı paylaşmaya başlıyorlar. Bir çok fedakârlık yapılıyor. Ailelere kendilerini beğendirmek için akıl almaz heyecanlar çekiyorlar mesela. Bir gün görüşmeseler dünya yıkılacakmış gibi hissediyorlar. Gel zaman git zaman alışkanlık çıkıyor sahneye. İster nikah akdi yapılmış olsun, ister olmasın. İki tarafta karşı tarafı kendisini sevmek mecburiyetinde gibi algılıyor. Fedakârlıklar, 'yapılması gerekenler' sınıfında değerlendiriliyor. İşte işin katlanması en güç bölümü... Bundan sonrasını yazmak gelmiyor içimden. Hele de şu güzelim günde. Uzun sözün kısası ayrılık vakti geldiğinde herkes gerçek yüzünü ortaya çıkartıyor. Eskiden kadınlar, ellerinde mendil, gözyaşları dökerlermiş. Şimdilerde erkekler ağlaşıyor. Zaten dünyanın dengesi bozuldu. Geçen gün eski bir tanıdığım "sen benim neler çektiğimi bilmiyorsun ama" dedi gözleri nemlenerek. Aslan gibi bir delikanlı. Allah Allah... Bir yerde bir terslik var... Kadınlar çalışmaya ve para kazanmaya başladığından beri erkekler daha naif oldular. Mesela o sızlanan tanıdığım evlendiğinde bütün masrafı karısına yaptırmıştı. Evlilikleri boyunca bu durumda değişiklik olmadı. Karısı, "kimde varsa o harcar" mantığıyla yaşayıp giderken tanıdığım giderek daha çok kapris yapar hale geldi. Ve sonunda ayrılık ihtimali kapıyı çaldığında gözyaşları içinde haksızlığa maruz kaldığını iddia eden taraf erkek oldu. Üstelik boşanmayı isteyen o olduğu halde. Boşanmadan sonra bir türlü susmayan, dedikodu yapmaya devam eden de erkek tarafıydı. Anlaşılması güç bir durum. Ekonomik özgürlüğünü kazanmış kadının hayatını kolay sanmayın. Bakın insanların başına neler geliyor. Kenarları oyalı beyaz mendilleri gözyaşlarıyla ıslatan erkekler artık ev geçindirme sorumluluğunu eskisi kadar ciddiye almıyorlar. Tabii bir kısım erkekler!