Dalgın gözlerimi açık tutmaya çalışarak baktım bugün kitapçı raflarına. Biraz önce hastanede küçük kızımın kızıla yakalandığını öğrenmiştim. Kendimi çaresiz, yetersiz hissediyorken aklıma sığınacak başka bir yer gelmedi. Serin mağazanın içinde, dünya ve sorunlarının dışarıda kaldığını sezerek dolaşmak beni sakinleştirdi. Alt tarafı çocuk hastalığı, biliyorum. Doktorlar var, ilaçlar var; onu da biliyorum. Peki ne demeye kendimi böyle kırılmış hissediyorum? Elde değil işte. İnsanın çocuğuna bir sıkıntı geldiğinde imtihan terletiyor demek ki. Kızım az ileride çocuk kitaplarına ayrılmış bölümde gezerken ben durmuş onu izliyorum. Ne zaman büyüdü bu kadar? Ben ne zaman potansiyel bir anne gibi davranmaya başladım? Birisini deli gibi sevdiğinizde ne çok riskiniz oluyor. Ya ona bir şey olursa? Olmaz, olmaz. Bu sıradan bir hastalık. Herkesin başına geliyor. Geçer. Değil mi? Bu sorulardan ağrımaya başlayan başım boynumun üzerinde durmaktan şikayetçi. Ağrıyor. Kızım az önce yapılan iğnenin hâlâ yakmaya devam eden etkisiyle bacağını hafif sürüklüyor. O sürüklüyor, ben sürünüyorum. Neden bana olmadı sanki? Son günlerde tanıdığım herkesin başında binbir dert var. Şimdi kimin omzuna dayayacağım başımı? Yok, ben güçlü kadınlar sınıfındayım. Kimseye ihtiyacım yok. Çocuğunu, yanında kocası olmadan olağan muayeneye bile götüremeyen hemcinslerimden değilim. Onlar daha naif. Onlar daha kadın belki de. Ben hep tek başına ayaklarının üstünde durmayı öğrendim. Hep bunu uyguladım. Şimdi çocuğunun hasta olduğunu bilmeyen babasına benzemiyorum. Neye benzediğimi bilmiyorum aslında. Bildiğim tek şey var. Çocuğum hasta. Benim de canım sıkkın. Ev karantinada. Bir dolu kitap aldım ev hapsi süresince okumalık. Bir de okuyacak halim olsa.