Sevimsiz bir dünya

A -
A +

Yılmaz Erdoğan 'Sevimsiz bir dünyada yaşıyoruz' dedi. Eh, bunu söylemeye hakkı vardı doğrusu. Bütün ekibini toplamış, Vizontele filminin galası için taa Almanya'ya gitmiş. Neşe içinde giyinip süslenmişler, heyecanları yüzlerinden okunacak kadar renkli, limuzine binip filmin gösterileceği salona varmışlar. Kapıda birikmiş hayranlarına gülücükler saçarak tanınan ve tanınmayı hak eden sanatçılar olduklarını iliklerinde hissetmişler. Salona adım atar atmaz orada bulunanlar tarafından alkış yağmuruna tutulmuşlar. Keyifle koltuklarına gömülmüşler ve kimbilir kaçıncı kez filmi izlemeye hazırlanmışlar. Tam o sırada içeriye giren bir polis memuru salonda bir bomba bulunduğuna dair ihbar aldıklarını söylemek üzere hadiseye limon sıkmış. İşte bu sebeple tekrar sahneye çıkan Erdoğan, sevimsiz bir dünyada yaşadığımızı söyledi. Bu, bayat bir haber biliyorum. Bütün haber bültenlerinde geçen hafta izlediniz. Yetmedi bütün dedikodu programlarında tekrar seyrettiniz. Kusura bakmayın ben hâlâ bunlara dedikodu programı diyorum. Magazin kelimesini, içerikleri açısından yeterli bulmuyorum çünkü. Aradan bunca gün hatta hafta geçti. Peki ben ne demeye şimdi tekrar hatırlatıyorum bu hadiseyi? Çünkü sevimsiz bir dünyada yaşamaya çalıştığım yüzüme çarpıldı. Her ne kadar bilinçaltım bunu biliyorsa da bilincime çaktırmıyordu. Gündelik koşturmaca ve zaman israfı arasında kaynayıp gidiyordu. Bir gece, laf olsun diye televizyon izlerken, beğendiğim bir sanatçı karşıma geçip bunu bilincime bildirince yerimden sıçradım. Huzursuz oldum. Kalkıp kendime o günkü kimbilir kaçıncı kahvemi yaptım. Koyu ve sade kahveyi yudumlarken midemin acaba ne zaman kanayacağını merak ettim. Amacım, biraz önceki sözleri unutmaktı. Sevimsiz bir dünyada yaşıyoruz! Elimde kahvem tekrar televizyonun karşısındaki yerime döndüm. O haber çoktan bitmiş, yerini artık çizgilerini ezbere bildiğim Üsame Bin Ladin'in yüzü almıştı. Spiker anlatıp duruyordu. Kulağımın fonunda vızıltı halinde konuşurken elimde olmaksızın onun Türkçe ve vurgu hatalarını yakalıyor, yüzümü buruşturuyordum. Önde ise Yılmaz Erdoğan'ın sesi durmadan söylüyordu sevimsiz bir dünyada yaşadığımızı. İşte o günden beri aklımdan çıkmıyor bu cümle. Bomba ihbarı asılsız çıkmış, film izlenmiş, ekip Türkiye'ye dönmüş, hatta belki de Yılmaz Erdoğan bile o cümleyi kurduğunu unutmuş. Peki ben ne demeye unutamıyorum? Savaş fikrinden nefret ettiğim için mi? Afganlı çocukların açlıklarını izlemekten yorulduğum için mi yoksa? Kendi çocuğumun yarınını göremediğim için olmasın sakın? Uğradığım haksızlıklar sıradanlaştığı için de olabilir. Hayalini kurduğum Türkiye siluetini sislerin ardında kaybetmişliğin kırgınlığından mı diyorum. Bilemiyorum. Bilemiyorum.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.