İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları tarafından bu yıl 3'üncüsü düzenlenen ve dünyanın en önemli tiyatro festivallerinden biri olmaya aday olan "İstanbul-Mekan-Tiyatro Festivali" Sultanahmet Meydanı'ndaki gösterilerle başladı. Festivalin hedefi, tarihimizi, kültürel değerlerimizi ve doğal güzelliklerimizi, Avrupa'nın kültür başkenti İstanbul'u kültür ve sanat etkinlikleriyle, dünyaya tanıtmak. Bunu açılış konuşması yapan Büyükşehir Belediye Meclisi 2. Başkan Vekili Ahmet Selamet Bey'in söylediklerinden anlıyoruz. Elbette, her ülkenin yaptığı gibi, bizim de yapmamız gereken, kendi değerlerimizi en iyi şekilde lanse etmek, tarihiyle, kültürüyle, tabii güzellikleriyle ülkeyi cazip hale getirmek. Festivale katılan, 21 ülkenin tiyatro grupları da muhakkak benzeri maksatlarla katılıyorlardı. Çünkü bu tür organizasyonlar katılanlara, düzenleyenlere, tanıtım için büyük fırsatlar sunmaktadır. Bunlar çok güzel gayretler. Tabii, ev sahibi ülke olmamız sebebi ile, en mükemmel gösteriyi sunmak da bize yakışırdı. Mekan olarak muhteşem bir yer seçilmişti. Topkapı Sarayı'nın iç avlu kapısının önüne kurulan sahne, kapı yanındaki kulelerle birlikte ihtişamlı bir dekor oluşturuyordu. O an; "İşte!" dedim: "Muhteşem bir açılış, müthiş bir başlangıç." En azından festivale katılan 21 ülkeye "Bakın, bizdeki sanat faaliyetleri de en az sizinkiler kadar takdire şayan!.." diyebileceğiz. Oyun olarak, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları'nın hazırladığı "IV. Murat" adlı eser sahneleniyordu. Osmanlı'nın en istikrarlı dönemlerinde iktidar olan sultanlarından birini, oyun olarak sahnelemek, tarihimizden övgüler çıkarabileceğimiz bir fırsat ve ustaca bir seçim diye düşündüm. Osmanlı Sultanlarının en mert ve heybetlilerinden 4. Murad Han'ın saltanat yılları ele alınıyordu. Tarihten, okuduğumuz kadarıyla adaletli, edip, ahlâklı, ince düşünceli, sanatkâr ve cengaver bir yiğit olan 4. Murad Han, 200 okkalık gürzü bir solukta havaya kaldıracak güçte olmasına rağmen merhametli bir padişahtı. Tarihî vesikalarda yer alan ibarelerde, Dersaadet'te (Eski İstanbul) kendini bilmez tütün içicilerinin ve ayyaşların çıkardığı yangınlar sebebiyle şehrin üçte biri küle dönmesi üzerine, daha fazla can ve mal zayiatını önlemek için, Divan-ı Humayun'da devlet erkanı ile birlikte aldığı kararlarla, "tütün ve içki yasağı"nı getirdi. Birçok siyasi gerginliğin üzerine cesaretle gidip, devlet idaresindeki ustalığını gösterdi... Bağdat'ı alırken ortaya koyduğu askerî deha destanlaşmasına sebep oldu. Bunları düşünürken, oyun başladı... "4. Murad'ın ilk yıllarında 'Valide Kösem Sultan' tarafından idare edilen bir Osmanlı Devleti gördüm. Üstelik öyle bir devlet idaresi ki, validesi padişaha, padişah paşasına, paşa devlet idaresine güvenmeyen bir devlet... Dünyayı yönlendiren Topkapı Sarayı entrikalarla dolu! Padişah acz içinde. Koskoca cihan liderini bir şair idare ediyor. Halk ise hepten saraya düşman. Hele askerler, hepsi kazan kaldırmış. Saray idaresini yıkmak için fırsat kolluyorlar!.." Şaşırdım! Aklımda soru işaretleri belirmeye başladı. "Acaba!.." diyorum dünyaya adalet dağıtan Osmanlıyı bize yanlış mı öğrettiler? Tarihimizde "Biz buyuz!.." diyebileceğimiz güzel tarafımız hiç mi yoktu? "Bu oyun, Avusturyalı Tiyatro Grubu tarafından falan çevrildi galiba?" diye programa bakıyorum. "Yok!" Yazar Türk, Yönetmen Türk, Oyuncular Türk... "Acaba, önce sol gösterip, sonra sağ mı vuracaklar?" diye merakla devam ediyorum izlemeye. Padişah nihayet annesinin idaresinden çıkıyor ve onu hapsediyor odaya! Paşanın kellesini kestiriyor. Olayları bastırıyor. Fakat bu defa elinden içki bardağı hiç düşmüyor!.. Bir o tarafa, bir bu tarafa yalpalayan, sarhoş bir Padişah!.. Bir sözüyle kelleler uçuyor. Sarhoş sarhoş aldığı kararla, Bağdat'a sefer düzenliyor!.. Akıl hocası, yanından ayırmadığı bir şair. O söylüyor, padişah uyguluyor. Artık alkolik olmuş. Önünde duran gürzü, iki de bir kaldırmaya çalışıyor kaldıramıyor, komik durumlara düşüyor! Halkın arasına karışıp, tebdili kıyafet yaptığı zamanlar kafasına estiğini boğduruyor. Bir de güya espri koymuşlar, iple o kadar insan boğmuşlar ki, ip incelip kopuyor. Hele halktan gencecik bir delikanlıyı hiç suçu olmadığı halde boğdurması!.. "Artık kanıma dokundu!" Kendi değerlerime, inancıma, kültürüme, tarihime uymayan bir şablon vardı karşımda. "Biz bu muyuz?" "Ülkemin insanlarını ve ecdadımızı böyle mi tanıtmak istiyorlar?" "Öyle olursak mı, sevecek diğer ülke insanları bizi?" Gelen 21 ülkeye "İşte Osmanlı 700 yıl bu halde size hükmetti! Siz tanımamışsınız, biz kendimizi daha iyi tanıyoruz" mu demek istemişler? Anlamadım!.. Anlayamadım!.. Etrafıma bakıyorum, kaygısız gözlerle izleyen bir sürü insan. Acaba ülkemde değil miyim? Hayır burası İstanbul. Hem de Topkapı Sarayı. Osmanlı'dan kalan muhteşem hatıra. Omuzlarıma bir ağırlık çöktü!.. Oturduğum sandalyeye biraz daha gömüldüm, küçüldüm. Sanki kendimi, kendi ülkemde kaybolmuş bir yabancı gibi hissettim.