Yıl 1978... Aylardan aralık. O gün sevinçliyim. Öğrenime hak kazandığım Atatürk Üniversitesi'ne okumak için gidiyordum... Eşyalarımı yüklemek için Elazığ tren istasyonuna götürdüm. -Bir haftada ancak varır dediler. Başka seçeneğim olmadığı için, -Olsun dedim. Çünkü gidecek kamyon bulamamıştım. Neden mi? Ülke büyük bir kriz içindeydi. O dönemlerde yaşayanlar iyi bilir. Gaz yok, tuz yok, yağ yok, kömür yok, benzin yok! Kamyoncular, mazot bulamayız, yollarda kalırız korkusuyla yola çıkmıyorlardı. Bir de sanki başka bir ülkenin topraklarıymış gibi, kimse Pülümür'den geçmek istemiyor. Eşkıyalar yol keser diye. Diğer bir tabirle kurtarılmış(!) bölgeler vardı Türkiye'de... Eşyaları trene verdim. İstasyon dönüşünde, geçtiğim cadde üzerinde polisler ve ambulanslar vardı. 5 kişi öldürülmüştü. Bir saat önce aynı yerden geçmiştim. Hiçbir şey yoktu halbuki. Yine sevincim kursağımda kalmıştı. Yine analar, babalar, eşler kan ağlayacaktı. Yine tüten 5 ocak sönüvermişti o gün... Ne oluyordu böyle? Türkiye'de kan gövdeyi götürüyordu. Her gün liste liste ölenler açıklanıyordu. İnsanlar kardeşlerine varıncaya kadar sağ ve sol diye ikiye ayrılmışlardı. Kardeşin kardeşe düşman olduğu günler... Sadece kardeşler mi? Polisler, öğretmenler, memurlar, öğrenciler... Ülkede sanki iki düşman millet iç içe yaşıyor da, savaşmak için fırsat arıyorlardı. İnsanlar barut fıçısı gibi, bir dokunsan bin patlayacak!.. Kara gün dostu "Karaoğlan" vardı o günlerde. Ak günde herkes dost olur. Önemli olan kara günde insanın yanında birilerinin olması. O, ne hikmetse, bütün kara günlerde ülkenin başındaydı! Halka hep aklardan, ak günlerden bahsetse de, karanlık ellerin karası ile bahtları kararan insanlar, 'kara'dan başka renk görmez olmuşlardı. Fakat yaşanan bir gerçek vardı. İnsanların kararan hayatı siyah beyaz filmler gibiydi. Yokluk, sefalet, gerginlik had safhada idi. O günlerde yiyecek ekmek bulamayan insanların haykırışına, kara gün dostu Karaoğlan'ın çözümü hazırdı bile; "ekmek bulamıyorlarsa, pasta yesinler!.." Türkiye adeta karanlık ellerin dolaştığı kaos ülkesi olmuştu. Ülke 70 sente muhtaçtı. Kaybeden biz isek, kimler, ne kazanıyordu bu durumdan? Nasıl bir menfaat sağlanıyordu insan hayatı üzerinden? İnsanlık bu kadar ucuz mu? İnsan hayatı bu kadar kıymetsiz mi? Kardeşi kardeşe vurdurarak, ölen insanlar üzerinden sağlanan rant, hangi medeniyetin eseri olabilir ki? O günlerde kimse, bu soruların farkına varacak durumda değildi. Her şey flu... ... Erzurum'dayım. Hava eksi 30-40 arası gidip geliyor. Evde kömür yok. Son paramızı kömür işletmelerine yatırdık. 10 gündür sıra bekliyorum. Her gün az bir kömür geliyor. Adeta kapışılıp bitiyor. Soğuğa tahammülüm yok. İliklerime kadar soğuk işledi. Dizlerime kadar dondum. Fakat, beklemek zorundayım. Evde iki minik yavru var. Kömür alamazsam donacaklar. Yer gök bembeyaz kar kaplı. Her yer ak buzlarla örülü. Akgünler de neymiş. İstemem böyle ak günü. Bana kara kömür gerekli. Alamazsam çocuklar ölecek. Gözüm ak renkler içinde kömürün karasına kilitlenmiş. Kara sevda dedikleri bu mu ne? Eşyalar mı? 15 gün oldu hâlâ gelmedi. Evde hiçbir şey yok. Bir küçük elektrik sobası odanın ortasında battaniyeye sarınmış ısınmaya çalışıyoruz. Camlar buz tutmuş, dışarısı görünmüyor. Ve sonunda olanlar oldu. Bebeğimizin birini kaybettik. Ak karlar içinde ak kefene sardık. Bizim için kara gündü. İçimden bir güvercin uçtu, gitti, bir daha dönmemecesine. O gün; hem akı hem karayı öğrendim. (O yılları yaşayan bir üniversiteli gencin hatırasından) ll Evet!.. O günlerde farkına varılamayan birçok sorunun cevabı, bugünün penceresinden bakılınca daha net görünüyordu. Ülkenin bu durumundan uluslararası karanlık emelleri olan kara eller, büyük menfaatler sağlıyordu. Büyük ülkelerin, büyük hedefleri, büyük çıkarları vardı. Bizler arada eziliyorduk. Bugün, ülkemin insanları umarım o günleri bir daha yaşamazlar. Kara günler, bütün karalığı ile karanlığa karışıp mazi oldu, gitti... Geçmişte kaldı. Dönmemecesine...