Siyahlar içinden bir beyaz, beyazlar içinden bir siyah tablo sunmak istiyorum. O şimdi 7 yaşında. Özürlü doğmuştu. Özrü ondan kaynaklanan bir şey değildi. "Hidrosefali" hastalığı yüzünden başı büyüyor, ayakları tutmadığı için de tekerlekli sandalyeye mahkum olmuştu. Doktorların, 'yaşamaz' dediği küçük İlayda için her türlü fedakârlığı yapan, 17 kez ameliyat edilen kızının yanından bir an olsun ayrılmayan, 35 yaşındaki 3 çocuk annesi Serap Hanım'ın iki gözü iki çeşme... Ağlıyor, ağlıyordu. Kızı için bir şeyler daha yapabilmek için çırpınıyordu. Bütün varlıklarını kızlarının yaşaması için harcamıştı. Artık satacak hiçbir şeyleri, harcayacak bir kuruş paraları kalmamıştı. Tükenmişlerdi. Küçük İlayda, hayata bağlıydı, okumayı çok seviyordu. İnsanları seviyordu, arkadaşlarını seviyordu... Anne yüreği bu, dayanır mı? İlayda ile daha fazla ilgilenebilmek için onun öğrenim gördüğü okulda hademe olarak çalışmaya başladı. Kızı okusun diye, her gün kucağında okula getirip götürüyordu. "Cennet anaların ayağı altındadır" hadis-i şerifi ne güzel anlatıyor anneleri... Annesinin kendisi için yaptığı fedakârlığın farkındaydı İlayda... Gözyaşlarını tutamayıp "Ne olur ağlama anne, beni de ağlatma" diyordu, O ezik, acılara bezenmiş sesiyle... "Artık anneme yük olmak istemiyorum" diyordu... "Annem beni her gün kucağında taşıyor, yoruluyor. Tek başıma yürümek istiyorum. Hiç kimse bana yardım etmesin, tek başıma yürüyeceğim. Şimdi okuma yazmayı söktüm. İnşallah tedavimin devam etmesiyle güzel günler gelecek. Anneciğim artık beni taşımayacak, yorulmayacak..." diyordu. Onca imkânsızlıklara rağmen, yine de bir ümit vardı küçücük yüreğinde... lm Mağrur bir iş adamıydı o. Astığı astık, kestiği kestik... O güne kadar hiç hastalanmamıştı. Durup dururken nerden çıktı bu hastalık? O kadar da kendine iyi bakıyordu üstelik. Neyse canım, doktorlar nasılsa bir şekilde hallederlerdi! Çok parası vardı. Parayla yapamayacağı şey yoktu. Gerekirse en iyi doktorları getirtirdi. İşte ambulans geldi. Acile yanaştı. Hastaneyle ilk defa tanışacaktı Servet Bey. İlk defa karışacaktı halkın içine. Tetkikler neticesi hastalığının sebebi anlaşılmıştı. HIV virüsü vardı Servet Beyde. Beyninden kaynar sular döküldü. Doktorlara yalvarıyordu. "Sizi paraya boğarım, beni bu illetten kurtarın!" diyordu. Doktorlar "çaresiz, vücut savunma sisteminiz tamamen çökmüş" dediler. Servet Bey, "Bütün servetimi vereyim. Bana yardım edin! Ne olur beni yaşatın" diye bağırıyordu. Doktorlar ise, "Biz elimizden geleni yaptık. Parayla olacak bir iş değil, ama yine de Allah'tan ümit kesilmez" diyorlardı. Allah'tan ümit kesilmez!.. Ağzına hiç almadığı "yardım" kelimesini, o gün kimbilir kaç kez "ne olur yardım edin" diye haykırdı Servet Bey. Çünkü, en nefret ettiği şey "yardım" istenmesiydi. Halbuki geçmişte, kendinden istenen yardımlarla belki kaç kişi hayat bulacaktı. O zaman başkaları için kullanmak istemediği parasını, şimdi kendisi için de kullanamıyordu. Tek inandığı güç olan para; işe yaramamıştı. Doktorların "çaresiz" sözü kulaklarında uğulduyordu. İlk defa parayla bir şey çözemiyordu. İlk defa aciz kaldığını fark etti. Çaresiz insanların acısını, ilk defa hissetti içinde... Onca varlığa, imkâna rağmen, hiçbir ümit kalmamıştı o mağrur yüreğinde... ..... Osmanlı Padişahları, kibre kapılmamak için, her cuma selamlıkta, devlet erkanına, "Mağrur olma padişahım, senden büyük Allah var!" diye bağırttırırlarmış. Onlar belli ki işin sırrını çözmüşler. lm Her yıl 1 Aralık Dünya AIDS (HIV virüsü hastalığı) günüdür. Dünyada 40 milyon insan, bu çaresi olmayan hastalığın pençesinde kıvranıyor. Bu rakama her gün, 11 bin yeni hasta katılıyor. Çocuklarınızı ve kendinizi bu hastalıktan uzak tutan en önemli çare, güzel ahlâkla yaşamaktır. Kalın sağlıcakla...