Meşhur bir atasözü var, halk arasında yaygın kullanılan... "Bana dokunmayan yılan bin yaşasın!" Atasözündeki yılan kelimesi; zarar veren, tehlikeli olan, korku salan manasında mecazi bir ifade için kullanılmış. Fakat, bu söz bana hep ters gelmiştir. Ne demek "Bana dokunmayan yılan bin yaşasın?" Bu biraz bencilce bir düşünce değil mi? Başkalarına zarar verecek, ama sana vermezse bin yaşayacak... Hiç olur mu öyle şey? Toplumun bir kesiminde yayılan bulaşıcı hastalık, diğer kesimi etkilemez mi? Böyle durumlarda nemelazımcılık yapılabilir mi? Bu, toplum içinde yaşayan insanların düşüncesi olamaz. Çünkü o, bencilce, vurdumduymazca bin yaşatılan yılan, bir gün gelir öyle bir dokunur ki, sana zarar vermese de döner dolaşır en sevdiklerinden birine zarar verebilir. Sonuçta yine zararın ucu, sana dokunur. Eğer bir toplumun fertleri, toplumu tehdit eden konularda vurdumduymaz davranırlarsa, işte tehlike asıl o zaman başlar. Neden mi? Çünkü en küçük kurum olan aileden, en büyük kurum olan devlete kadar; onların varlığına, birliğine, huzurlu yaşamasına zarar veren, çöküşünü hazırlayan nemelazımcılık hastalığının bulaştığı kurumlar asla iflah olmazlar. Bu hastalıktan ari olan, "Bana dokunmasa da, başkalarına zarar veren yılan bin yaşamasın" diyen toplumlar ise, bin yaşamaya hak kazanırlar. ** Osmanlı devletinin en şaşaalı dönemleridir. Kanuni Sultan Süleyman Han, 3 kıta üzerinde hakimiyet kuran Osmanlı Devletini adaletle yönetmektedir. Bugün çok yüksek seviyelere gelmiş, hiç sonları gelmeyecekmiş gibi davranan devletleri bilmem amma, Kanuni Sultan Süleyman Han, taa o zamanlar, o gücüne rağmen devletin akıbetini merak eder olmuş. "Acaba günün birinde Osmanlı devletini çökertecek bir sebep olur mu?" diye. O zamanın büyük velilerinden "Ağabey" diye hitap ettiği Yahya efendiye (Türbesi, İstanbul Beşiktaş'ta Yıldız sırtlarında bulunan veli bir zattır.) bu sorunun cevabını bileceğini ümit ederek bir mektup yazar. "Tiz elden bunu ağabeyime ulaştırın" der. Ulaklar padişahın mektubunu hemen Yahya efendiye ulaştırırlar. Yahya Efendi hürmetle mektubu açar ve "Muhterem ağabeyim, bir sualim vardır. Bir devlet hangi halde çöker? Osmanoğulları'nın akıbeti nasıl olur? Sen ilahi sırlara vakıfsın. Kerem eyle de bizi aydınlat." yazan mektubun altına "Neme gerek sultanım" yazarak ulağa geri verir. Topkapı Sarayı'nda bu cevabı hayretle okuyan sultan, bir mana veremez. Yahya Efendi gibi bir zatın böylesine basit bir cevapla işi geçiştireceğini pek düşünmez. Bunda bir iş var deyip, Yahya Efendinin Beşiktaş'taki dergahına gelir. "Ağabey bir sualim oldu amma 'neme gerek' deyip savmışsın" deyince - Ne haddimize Sultanım sizin sorunuzu ciddiye almamak kabil mi? Sualinizin tam cevabını yazdım. Deyince sultan, "Öyleyse bu cevabın hikmetini bana izah et." der. Beşiktaşlı Yahya Efendi de, "Sultanım! Bir devlette adaletsizlik, zulüm, haksızlık, yayılsa, şahit olanlar, 'neme lazım' deyip ilgisiz kalsalar, sonra koyunları çoban yiyip kurt yedi dese, görenler sussa, fakirlerin, muhtaçların, yoksulların, kimsesizlerin, haksızlığa uğrayanların feryadı göklere çıksa da, duyanlar "neme gerek" dese, bu feryadı taşlardan, duvarlardan başkası işitmese, işte o zaman devletin sonu görünür. Böyle durumlardan sonra halkın itimat ve hürmeti sarsılır, asayişe itaat hissi gider, halkta hürmet duygusu yok olur. Asayişi sağlamak için de devletin hazinesi azalır, biter, çöküş böylece mukadder hale gelir..." der. ** Hangi zamanda, hangi devlet, hangi kurum için düşünürseniz düşünün, yukarıdaki veciz cevap değişmez bir gerçektir. "Neme gerek" hastalığı yayılmamış toplumların insanları daha huzurlu, devletleri daha uzun ömürlü olmakta. Biz talihli bir milletiz ki uzun ömürlü devletler kurmamızın ardında, tarih boyunca, Beşiktaşlı Yahya Efendi gibi toplumumuzu ikaz eden, yolunu aydınlatan büyük zatlarımız hep olmuş. Darısı olmayan devletlerin başına.