"Okumak istiyorum"

A -
A +

1960'lı yıllardayız. Daha küçücük bir çocuğum. Televizyon henüz yok. Radyo ise lüks. Her evde bulunmuyor. Eve ilk radyonun getirilişini hatırlıyorum. Ortanca abim, omuzunda koca bir paketle geldi eve. Heyecanla açılan paketi seyrediyordum. İçinden radyo dedikleri bir cihaz çıkmıştı. Pillerini taktılar. Çalıştırdılar. Bir düğmesini, bir o yana, bir bu yana, cazırdaya cuzurdaya çevirdiler. Nihayet konuşan bir adam sesi buldular. Diğer aile efradının meraklı bakışları gülümseyen yüzlere dönmüştü. Radyo çalışıyordu. Ben ise hâlâ merakla, sağına soluna bakıyordum. Bir anlam vermeye çalışıyordum. Acaba diyordum kendi kendime. Bunun içinde küçücük insanlar mı var? Onlar mı konuşuyorlar? Tabii bu, o yıllardaki 6 yaşındaki bir çocuğun hayal dünyası işte. Masal dünyasındaki devleri de gerçek zannetmiyor muyduk? Babama dedim ki " Ben de bu radyoda konuşan adamlardan olmak istiyorum. " Babam güldü. Başımı okşadı, " Önce oku... Büyü... Okumadan ve büyümeden radyocu yapmazlar." Dedi. Zaten okumak istiyordum. Çünkü her gün babama, aldığı gazetedeki çizgi kahramanların yazılarını okuturdum. Gazete okumak için, okula başlayacağım günü merakla beklerdim. Nihayet bir gün heyecanla beklediğim gün gelmişti. Okula gidecektim. Ertesi gün okul bahçesi, siyah ve beyaz renklere bürünmüş minik öğrencilerle dolmuştu. Kimi çocuklar ağlıyordu. Niye ağlıyorlardı anlamıyorum. Sınıflara girdik. Sınıfta, bizleri bekleyen, biraz yaşlıca bir bayan öğretmen vardı. Herkes istediği sıralara oturdu. Ben, acaba okumayı nasıl öğretecek diye heyecanla bekliyorum. Öğretmen sınıfta sükuneti sağlamaya çalışıyordu. Hatırlıyorum, anneler şimdiki gibi sınıflarda yoktu. Çocukları bırakıp gitmişlerdi. Bazı çocuklar ağlamayı kesmemişlerdi. Öğretmen birkaç ikazdan sonra onlara bağırdı. Yine susmadılar. Ben uyumlu olduğumu göstermek için, yanımdaki arkadaşıma, "ne var ağlayacak" der gibilerden, ağlayanları işaret edip güldüm. Öğretmen güldüğümü gördü. Yanıma geldi. "Sen niye gülüyorsun? Komik bir şey mi gördün" diyerek kulağımı sıkıca tutmasın mı? O anda bütün hayallerim yıkılıverdi. Güvenim bitti. Sevmedim bu kadını. Böyle okumayı da istemiyordum artık. Daha hiçbir şey öğrenmeden, ilk ders; hayatın hırçınlığı ve hayal kırıklığı ile başlayıvermişti. O günden sonra, dinlemedim dersleri. Öğretmen, ilgisizliğimden yakınıyordu anneme. "Bu çocuk okumaz. Çok inat biri" diyordu. Halbuki annem, okumaya ne kadar meraklı olduğumu biliyordu. Mana veremiyordu. Bir hafta sonra bizi iki ayrı sınıf yaptılar. Bize, yeni bir öğretmen verdiler. Ben yine tedirgindim. Okulun kadın öğretmeni böyle ise, erkek öğretmeni kim bilir nasıldır diye. İyice içime kapanmıştım... Okumak ne kadar da zormuş. Fakat beklediğim olmadı. Yeni öğretmenimiz o kadar kültürlü, sevimli bir beyefendi idi ki. İçim ısınıverdi ona. Yine içimde güller açmaya başladı. Demek, okulda iyiler de olabiliyormuş. İçimdeki coşku tekrar ortaya çıktı. Okumak, o kadar da zor değilmiş be!.. Bu öğretmen ise anneme, başarılarımdan söz ediyor, "Bu çocukta iş var" diyordu. Bana tekrar okuma sevgisini kazandıran, ismini asla unutmayacağım "Necati Küçükgüzel" isimli öğretmenimi, minnetle anıyorum. Diğerinin ismini ise, hiç mi hiç hatırlamıyorum. * Bugün okullar açılıyor. 1 milyonun üzerinde yavrumuz okula başlayacak. Sevgili öğretmenlerimiz, minik yavrularımız sizlere emanet. Onların içinde, yarının öyle büyük insanları var ki, ne olur zayi etmeyin! Sizler, işinizi elbette daha iyi bilirsiniz ama, her çocuğun iç dünyası farklıdır. Ne olur, onları iyi anlamaya çalışın. Vereceğiniz ufak bir sevgi ve pozitif enerji ile; atılgan, bilgili, kendine güvenen, ahlaklı nesiller yetiştireceğinize inanıyorum. "Marifet iltifata tabidir" sözü meşhurdur. Yeni ders yılında herkese başarılar dilerim.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.