Sinemanın dili

A -
A +

Artık evler bir sinema gibi. Televizyon girmeyen ev yok denecek kadar az. Önceden sadece sinemalarda izlenebilen yabancı filmler, şimdi evlerimize kadar girdi. Rambolar, süper kahramanlar, yenilmez adamlar, silah ve paranın ezici gücünün işlendiği filmler. Başrol oyuncularına, sevilen karakter oyuncularının boynuna, seyredenlerin gözüne sokar gibi takılan koca haçlı filmler. (Oyuncuların gerçek hayatta öyle taktıklarını hiç sanmıyorum) Bir de filmlerin çoğunda illaki bir cenaze töreni ya da kilisede geçen düğün töreni olacak. Çocuklarımız da ister istemez bu tür filmlerin etkisinde kalabiliyor. Bir zamanlar "küçük ev" dizisi vardı. Bazı küçük kızların ellerini birleştirip, onlar gibi dua ettiklerini görünce, ekranın ve perdenin etkisini o zaman daha iyi anlıyorsunuz. Tabii bu anlama, fark etme durumu da kültürüne, değerlerine biraz da olsa bağlı olan, hassas insanlar için geçerli. Daha dünden yabancılaşmaya hazır olanların ise umurunda bile değil. Her ülkenin kendi kültürünü, inancını filmlere yansıtması, işlemesi kadar doğal bir şey yok. Bunu bizde de fark eden yönetmenler var. Bir ülkede sinemanın ancak kendi kültürüyle çıkış yapabileceğini, fark eden yönetmen Derviş Zaim, "Arzın Merkezi'nde Buluşmalar" konferansında Çin sinemasının yakaladığı başarının, kendi öz kültürünü işleyişinden kaynaklandığını keşfetmiş. Türk sinemasının da ancak kendi özüne dönüşüyle başarıyı yakalayabileceğini kavramıştır. Geçen yıl Türk filmlerini izleyenlerin sayısı, Amerikan filmlerini izleyenlere yetişmiştir. Bu Türk sineması açısından büyük bir gelişmedir. Fakat eğer yerli filmlerde, yabancı filmleri aratmaz yabancı kültür sergilenecekse, çöküş yine başlayacaktır. Çünkü yabancılar bu işi daha büyük paralarla, daha iyi yapıyorlar. Dünyada yoğun bir kültür savaşına dönüşen filmcilik sektörü, bazen ticari kaygılar artınca sansasyon etkili, gündemdeki konuları irdeleyen, filmleri de vizyona çıkarıveriyor. Fransa Dışişleri Bakanı Philippe Douste-Blazy, çocukların asker olarak kullanılmasının "insanlığa karşı suç olduğunu" ve bunu yapanların hesap vermesi gerektiğini söyleyedursun, son zamanlarda dünya gündemini meşgul eden çocuk askerler, şimdiden film konusu yapılıp gösterime sunuldu bile. Leonardo di Caprio'nun vizyondaki bir filmi, Afrika'daki iç savaşı anlatan, dehşet veren görüntülerin yer aldığı, bir hiç uğruna kullanılan çocuk askerleri konu edinmiş. 15 yaş civarındaki çocuklar köylerden toplanarak, beyinleri yıkandıktan sonra ellerine silahlar tutuşturuluyor. Birer ölüm makinesine dönen çocuklar, annelerini, babalarını bile gözlerini kırpmadan vurabiliyorlar. Kazananlar, tek hedefleri para olan, elmas ve silah tüccarları. Kaybedenler ise, hem öldüren, hem de ölen yerli halktan çocuklar, kadınlar, masum insanlar... Bazı gelişmiş ülkeler, çocuk askerlerin kullanımını her ne kadar siyasi sebeplere dayandırsa da, filme yansıyan kareler farklı söylüyordu. Yerli halktan, çocuklarını, yakınlarını kaybeden, karışıklıkların temel sebebini çözen yaşlı bir zenci, beyaz adamlardan o kadar yılmış ki, onca kaosa rağmen yine de haline şükredip, "Parlak bir taş yüzünden bu kadar cana kıyıp, ortalığı kana buladılar. Ya bir de petrol olsaydı buralarda. Biz ne yapardık o zaman?" diye kaygısını dile getiririyor. Ya işte!.. Ya bir de petrol olsaydı!.. *** Bazen siyasilerin, bilim adamlarının yıllarca anlatamadığı olayları fimler, 2 saat içinde anlatıveriyor. Al Gore'un sunduğu "Uygunsuz Gerçek" belgeselini izlemeden önce, kimse küresel ısınma hakkında bu kadar konuşmamıştı. Bu gücüyle sinema; sanat faaliyetleri içinde yer almasına rağmen, gerek ticari kaygıyla, gerek kültür ve sanat anlayışıyla olsun, ele alınan konuları toplumlara en etkili aktaran anlatım dillerinden biri. Bunu iyi kullanan ülkeler, hep birkaç adım önde olacaklardır.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.