Unutmadık!

A -
A +

Hüzünlü bakışlarla etrafındaki yıkık dökük evleri seyrediyordu Şaima. Yorgun yorgun çevreyi inceleyen kara gözleriyle, olanlara bir mana vermeye çalışıyordu. Hiçbir şeyleri kalmamıştı. Ne yiyecek, ne giyecek, ne yakacak, ne yatacak... Denizden gelen dev dalgalar yutuvermişti her şeylerini. Tsunami dedikleri şey meğer ne büyük bir felaketmiş. Halbuki denizi öyle severdi ki. Onun için bekleyişti, kurtuluştu, ümitti... Deniz ufkunda beliren her gemi, sanki ona geliyordu. Rüzgarın sesi ile birlikte kulakları uğuldadı... Gözleri buğulandı. Denize doğru çılgıncasına koştu. Kulaklarında hâlâ o korkunç ses yankılanıyordu, bir de rahmetli dedesinin küçükken ona anlattıkları. Taaa uzaklara okyanusun öbür tarafına ulaşırcasına baktı baktı... Sonra hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Bir yandan olanca gücüyle bağırıyor, sanki ufkun öteki tarafındakilere sesini duyurmaya çalışıyordu. - Hani yine gelecektiniz! Hani unutmazdınız bizi!.. Biz sizinle doğduk, sizinle büyüdük. Sizin gibi yaşamaya alıştık. Sizden biriyiz. N'olur unutmayın bizi!.. N'olur unutmayın!.. Şaima, olduğu yere çöktü. Deniz kumlarına gömülen dizlerine kadar gelen dalgaların sürüklediği suya, gözlerinden düşen damlalar karıştı. Şaima 16 yaşlarında Açeli Müslüman bir kızdı. İlk Açe kelimesini gençlik yıllarımda yazarımız Gürbüz Azak Bey'in çizdiği meşhur Deli Balta çizgi romanlarında okumuştum. Osmanlılar, ulaşmış oldukları medeniyeti, dünya milletleri ile paylaşmak için, zaman zaman deniz aşırı ülkelere seyahatler yapmışlar. Gemiler dolusu, mühendis, hekim, ilim adamı, mimar ve kitaplar göndererek dünyada ulaşılmadık bir belde bırakmamaya çalışmışlar. İşte Endonezya Sumatra adasındaki Açe Sultanlığı, bunlardan biriydi. Osmanlılar okyanuslar aşarak geldikleri Açe'de uzun yıllar yerleşerek Açe insanlarına medeniyeti, huzuru, insanca yaşamanın yollarını öğretmişler. Hastalarına bakmışlar, insanları eğitmişler, evlerini imar etmişler. Şaima'nın dedesi hep bunları anlatmıştı ona. Bir gün yine gelirler demişti. Bununla büyümüştü Şaima. Yine bir gün denizin ötesinden çıkıp geleceklerine inanmıştı. Dedesinin dedikleri doğru çıksın istiyordu. Çünkü öylesine saflıkla inanmıştı ki, Türk insanı onun gözünde masal kahramanlarının ötesinde bir efsane olmuştu. Çırpınışı ondandı. Şimdi gelmezlerse ya ne zaman geleceklerdi? Belki tsunami ile birlikte, denizden gelen ümidi yeniden denize karışıp gidecekti. Bir daha dönmemecesine... Korku ile irkildi Şaima. Mecalsizce bir kez daha bağırdı. - Hadi!.. Gelecekseniz gelin artık! Tükenişin kıyısındaki Şaima'nın, çaresizliğin, yalnızlığın girdabında, umut olan bekleyişinin; boş ufuklarda boşalan ümidinin, son çırpınışlarıydı sanki bunlar. Unutmuşlar mıydı acaba? Gelmeyecekler miydi ne?.. Öyle olmadı... Yüzyılların hatırası Açe insanını, Türk milleti unutmadı. Türk Kızılayı bütün dünya insanına gösterdiği yardımperverliği Açe insanına da gösterdi. En dar zamanlarında, artık ümitlerin tükendiği noktada onların yanında yer aldı. Acılarını onlarla paylaştı. Yaralarını sardı. Açlarını doyurdu. En güzel evleri Açeliler için yaptı. Tıpkı yüzyıllar öncesi gibi. Şaima mı? Kara kara gözleri hüzünle bakmıyordu artık. Bir gün deniz ötesinden geleceğini beklediği iç dünyasındaki efsane gerçek olmuştu. Şaima yürekten inanmıştı çünkü. Dedesi doğru söylemişti. Anlattıkları masal değildi. Böyle bir millet vardı dünyada. Yaşadı, gördü. Yalnız değildi artık. O şimdi çok mutlu. "Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir" hadîs-i şerîfini sadakatle uygulayan bir milletin ferdi olduğum için ben de mutluyum...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.